Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

11 sınıf demokrasi kitabı özeti

Bu haberin fotoğrafı yok

11 sınıf demokrasi kitabı özeti

DEMOKRASİ (kitap özeti) – 11.sınıf

DEMOKRASİ KAVRAMI:

Demokrasi, tüm sorunlarımızı çözeceğimizi sandığımız ve belki de tüm sorunlarımızın çözümünün yattığı sihirli sözcük. Acaba bu konuda ne biliyoruz, neleri doğru olarak biliyoruz?

Aslında kim ne derse desin siyaset, bir toplumdaki kaynak paylaşımı için yapılan çabaları betimliyor. İşte bu paylaşım kavgası, örgütlü ve özgürlük içinde yapılırsa adına demokrasi diyoruz.

Yüzlerce tanımı yapılmış demokrasinin; ama bana kalırsa en güzel tanımı Winston Churchill yapmış. “Demokrasi” diyor Churchill, “Berbat bir rejimdir. Ama rejimlerin en az berbat olanıdır.” Gerçekten demokrasinin ve özellikle demokrasi uygulamalarının eleştirisine girişsek, ciltler dolusu yazmak mümkün. Ama daha iyi bir şey bulamamış insanoğlu.

Demokrasinin herkesin kabul edeceği bir tanımı da yok. Herkes kendine göre tanımlıyor demokrasiyi. Herkes kendince haklı tabii. Ancak öyle kurallar var ki;bu kurallara uyulmadığı zaman demokrasiden söz etmek mümkün de değil. Bugünlerde moda olan bir “doğrudan demokrasi” yaklaşımı var. Yani “temsili demokraside” olduğu gibi, insanların kendi kendilerini “temsilcileri vasıtasıyla” değil, doğrudan doğruya yönetmeleri. Kendilerini ilgilendiren, ya da ilgilendirebilecek olan her konuda, kararları doğrudan doğruya almaları. Çok güzel bir şey elbette bu. Gelgelelim “nasıl uygulayacaksınız?” sorusunu sorduğunuz zaman, yanıt alamıyorsunuz, çünkü “uygulanabilirliği” yok. İsviçre’nin bir iki minik kantonunda uygulanıyor, o kadar. Demokrasilerde “demokrasiyi yok etme özgürlüğü” olup olmadığı konusundaki çelişkiler hala tartışılmaktadır. Gerçekten bu konuda kesin bir hüküm sahibi olabilmek çok zor. Tanım gereği elbette demokraside her türlü düşüncenin ileri sürülmesi gerekir. Ama demokrasinin de kendini savunmaya hakkı vardır. Hiçbir rejim, kendini “yok edeceğini” açıkça ifade eden gelişmelere izin veremez. Ama düşünce nerede biter, eylem nerede başlar? İşte bunun saptanması çok zor ve bu nedenle tarih boyunca, özellikle 20 nci yüzyılda gördüğümüz diktatörlerin çoğu, “demokrasi elden gidiyor” diye kendi diktatörlüklerini kurmuşlardır. Demokrasiyi savunma bahanesi, “siyasal hasımları” bertaraf etmenin güzel bir gerekçesi ve kullanılabilir bir aracı olmuştur.

Demokrasinin, herkesçe kabul edilebilecek kısa bir tanımını yapmaya çok uğraştım. Sonunda demokrasiyi tek sözcükle tanımladım: KATILIM!Gerçekten bence demokrasi “kişilerin, grupların, sınıfların vb. kendilerini ilgilendiren ya da ilgilendirebilecek konularda alınacak kararların oluşumuna KATILMA’larıdır.”

TARİHSEL SÜREÇ:

Demokraside en önemli unsur insan olduğu için demokrasinin söz konusu olabileceği ve temel ilkelerinin ortaya atıldığı ilk dönem Eski Yunan’dır. Zira, insanı düşünen bir varlık olarak ele alan ilk düşünce akımı Yunan’da ortaya çıkmıştır. Yunan’da kişi, herhangi bir Tanrısal ilişkinin dışında, bağımsız ve aklı olan bir birey olarak ele alınmıştır. Kurulan ya da kurulması öngörülen siyasal ve sosyal düzenler, Tanrısal değildir. İşte Yunan düşüncesi bu bakımdan önemlidir.Aslında Yunan siyasi düşüncesine demokratik niteliğini veren husus Atina demokrasisinin uygulanması olmuştur. Yirmi yaşını bitiren her erkek Atina vatandaşı “Eklesra” adı verilen şehir meclisinin kendiliğinden üyesi oluyordu. Atina vatandaşları siyasal partiler şeklinde örgütlenmemişlerdi. Bunun yerine “oligarklar” ve “demokratlar” olarak iki gruba ayrılışlardı. Ayrıca her iki grup içinde “hetoireiai” adı verilen birlikler vardı. Bunlar; tiyatrocular, askerler, din grupları, işçiler ve bunlara benzer diğer toplulukların ayrı ayrı gruplaşmalarını sağlıyordu. Bu tarihlerde demokrasiye yatkın ilk düşünce İÖ 700’lerde Hesiodos’la görülmekte, sonra sırasıyla Solon, Perikles, Sokrates, Platon, Aristo, Polybios, Kıbrıslı Zenon, Panaitios, Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius tarafından biçimlendirilmektedir.

Daha sonraları, Hıristiyanlığın doğması ve gelişmesi ile siyasal düşünceye devrimci bir hava girdi. Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nda köle ve yoksullar arasında süratle yayılıyor, dünya üzerinde sağlanmamış olan eşitlik Tanrı katında sağlanmış oluyordu. Bu dönemlerden hemen sonra 14 ncü yüzyıla kadar batı, yıllar süren bir karanlığa girdi. Zira bu yüzyıla kadar Batı’da hiç bir şey yazılmadı ve ileriye doğru hiçbir adım atılmadı denilebilir. Yaygın bir şekilde özgürlüklerin ilk belgesi olarak adlandırılan Magna Carta, aslında feodal hakların güvenceye alınmasından başka bir şey değildir.

Yüzyıllar sonra Amerika’nın keşfi ve burada kurulan kolonilerin yaptığı anayasalar, ki içlerinde en önemlisi “Bağımsızlık Bildirisi”, bugün demokrasinin beşiği diye adlandırılan ABD’nin anayasasının temelini oluşturmuştur.Yine bu yüzyıllarda gerçekleştirilen Fransız Devrimi, insanlık tarihinin demokrasi adına, en önemli olaylarından birisi olmuştur. Feodalite (mutlakıyetçi kral ve aristokrasi) yıkılmış, bireysel özgürlükler ve haklara dayalı Burjuva adlı yeni bir sınıf ve Haklar Bildirisi ön plana çıkmıştır. Burada ilginç bir noktaya değinmek gerekmektedir. Neden ABD Devrimi ve Bağımsızlık Bildirisi’nin, Fransız Devrimi kadar geniş yankıları olmamıştır. Bunun iki nedeni vardır;

  1. Amerika’nın Avrupa kıtasına uzak oluşu,
  2. Devrimin niteliği (Kral ve aristokrasiye karşı değil, yabancı bir devlete karşı yapılmış ve bir tarım toplumunda gerçekleşmişti.) ile ilgilidir.

Ancak Amerikan ve Fransız Bildirilerinin en önemli ve ayrıcalıklı özelliği, bu bildirilerin zamanla evrensel oluşu ve soyutluğudur. Söz konusu devrimlerden sonra, 19 ncu yüzyılda siyasal düşüncede 4 ana akım görüyoruz. Bunlardan birincisi “Liberal Eğilim”, ikinci akım “Demokrasi”, üçüncü akım “sosyalist eğilim ve ekonomik eşitlik tamamlandıkça, politik eşitliğin olmayacağı düşüncesi”, dördüncüsü de Avrupa ülkelerinde görülen ve yurdun bütünlüğünü sağlamak ve gerekirse yabancılara karşı bağımsızlığını gerçekleştirmek amacına yönelik olan “milliyetçilik” idi.Demokrasi sözcüğünün sık ve tanımlayıcı bir kavram olarak kullanılması 1784-1787 arasında Hollanda ve Belçika devrimlerinde olmuştur. Amsterdam’da 1795’te “Democraten” adında etkin bir gazete çıkmaya başladı. Aynı dönemde “Amsterdam Siyasal Kulübü” demokratik bir yönetim talep ediyordu.

Fransız devrimiyle birlikte Fransız milliyetçiliği ön plana çıkmıştı. Bu olaya katkıları olan dönemin ünlüleri Marat, Dante ve Robespierre idi. Bu üçlüye büyük çapta ilham kaynağı olan da Jean Jack Rousseau olmuştur. Bu üçlüye devrimden önce Paris’te kurulan ve kurulduğu bir manastırın isminin verildiği Jakoben adından dolayı Jakobenler de denir.

BATI DEMOKRASİSİNİN TEMEL İLKELERİ:

Bugün dünya üzerinde insanların kaderlerini saptayan siyasal sistemler üç ana grupta toplanabilir:

  1. Batı demokrasileri
  2. Halk demokrasileri
  3. Az gelişmiş ülkelerdeki rejimler

Gerçek demokrasi dünyası bu üç tür demokrasinin tümünü kapsar. Yalnız birini gerçek sayarak diğerlerini yok saymak gerçekçi değildir. Buna bağlı olarak temel ilkelerde şunlardan oluşur;

  1. Özgürlük
  2. Ulusal irade
  3. Çoğunluk ve azınlık
  4. Oy verme süreci
  5. Ekonomik sorun

Halkın yönetimi demek olan demokrasiye, günümüz koşulları içinde halkın doğrudan doğruya yönetemeyeceği açıktır. Bu ancak temsilcileri, bu temsilcilerin saptanması da seçimler aracılığıyla olacaktır. Bu durumda seçimler, demokrasinin zorunlu koşulu olmaktadırlar. Bu seçimlerde, seçmenlerin birden fazla alternatifi olmalı ve farklı alternatifler farklı görüşleri yansıtmalıdır. Eğer, bir toplumda insanlar hür düşünemiyor, özgürce toplanamıyor ve özgürce muhalefet yapamıyor ise, o toplumda biçimsel seçim kurumunun ve oy sandığının hiçbir değeri yoktur.

DEMOKRASİNİN GELECEĞİ:

Günümüzün ekonomik bakımdan gelişmiş ülkeleri de bazı sorunlarını çözümleme konusunda çıkmaza saplanmış durumdadırlar. Bu, özellikle devletin meşru otoritesi ile bireysel özgürlüklerin dengelendiği somut bir siyasal topluluğun formülü bulunmak istendiği zaman açıkça görülmektedir.

Bütün düzenlerin; ister az gelişmiş olsun, ister çok gelişmiş olsun aksak tarafları ortaya konulduğu zaman ortaya şöyle bir tercih çıkmaktadır: Ya “rejimlerin tümü gayri meşrudur” demek, ya da “rejimlerin tümü meşrudur” demek. Tabii ki tercih edilen ikincisi olan, yani; dış ülkelerce tanınan ve içerde otoriteyi elinde bulunduran, otoriteyi elinde tutabilen her rejim meşrudur. Günümüz gelişmiş toplumları görünüşte tam bir özgürlük içindedirler. Şu ya da bu akımın ya da düşüncenin yasak olduğu gelişmiş devletlerin yönetim ve yasamaları halk oyuyla iş başına geçmektedir. Ancak kamuoyunu etkileyecek tüm kitle iletişim araçları da belirli bir azınlığın elindedir ki, bu azınlık yönetimi biçimlendirir, ya da devletin elindedir ki, devlet bu azınlıklar tarafından biçimlendirilmiştir. Zirvedeki bu bütünleşmenin çözülmesi de şüphesiz bir olasılıktır. Ancak talep yönünden gelebilecek buhranları önleme konusunda kapitalist ekonomi 1930’lara oranla çok daha tecrübelidir ve artan işsizliğe rağmen devlet talebi devamlı körükleyebilmektedir. Ayrıca, kapitalizmin kendi iç çözümlemesinin dışındaki etkenlerle çözüleceği de pek inandırıcı değildir. Bunu engellemek için gelişmiş ülkelerin yapamayacağı şey yoktur.Bu koşullar altında gelişmiş batı toplumlarında demokrasi, bugünkü koşullar içinde daha uzun süre yaşayacaktır. Ancak, büyük bir savaş gibi olağanüstü olaylar bu görüntüyü şüphesiz değiştirebilir.

SONUÇ :

  1. KİTABIN ANA FİKRİ :

Yazar eserinde, insan topluluklarının mutlu ve huzurlu bir biçimde yaşayabilmeleri için kurdukları sistemlerde, kendilerinin de katılımıyla oluşturulacak yönetim biçimlerinden biri olan demokrasiyi tanımıyla, tarihsel süreciyle ve geleceğiyle incelemiş ve kanıta dayalı varsayımlarıyla demokrasinin anlaşılmayan yanlarını okuyucuya anlatmaya çalışmıştır.
2. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :

Eser, Türkiye Cumhuriyeti olarak demokrasi konusunda yeni sayılabilecek bir geçmişe sahip biz nesillere, uygulama metotları ve geleceğe yönelik olarak demokrasinin idamesi için yapılacak faaliyetler konusunda bilgi vermektedir.
3. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :

Kitap, demokrasinin aşığı ve her durumda ona bağlılığını ifade eden Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin “Onu kaybetmeden değerini bilenlerden olduklarına inanarak” okumasının tavsiye edilebileceği değerlendirilmektedir.

hak,özgürlükler ve eşitlik kavramları
insan hakları ve temel haklar
adalet,hukuk ve devlet kavramları

Hak: bireyin, diğer insanların kendi hayatlarını yaşama şekline müdahale etmeden, kendi yaş***** yön verme özgürlüğüdür.

Eşitlik: Ahlâki ve toplumsal bir ideakolalak, insanların birbirleriyle, aynı insan doğasına sahip olmak bakımından, aynı konum ve değerde olmaları hali.

Özgürlük:Siyasal ve toplumsal alanda özgürlük kavramı daha karmaşık ve çok-anlamlı tanımlar ve tartışmalar getirir beraberinde. Mesela, Liberalizm’de özgürlük ana prensiptir, ancak burda kişisel özgürlükleri öyle bir abartılır hale getirirler ki sonuçta bununda adına özgürlük diyebilirler: Halbuki konu siyasi oldu mu bu tüm toplumu ilgilendirir, dolayısıyla tekil özgürlüğün çoğul özgürlüğü kısıtlamaması ve ona zarar vermemesi gerekir.

insan hakları ve temel haklar

İNSAN HAKLARI
İnsan hakları bireylerin salt insan olmakla kazandıkları haklardır. İnsanların insan olarak taşıdıkları değerin sömürü baskı, kıyım ve her tür lü doğal güç karşısında korunmasına dayanır.Tanımı ve sınırları konu-sunda her zaman tam bir anlaşmaya varılamasa da temel bazı varsa- yımlar üzerinde anlaşılır.İnsan hakları temelde devlet gücünü sınırlar; hem yasal hem de ahlaksal düzenlemelerin kaps***** girer; hem “olanı” hem de “olması gerekeni” dile getirir.Özünde genel ve evrensel nitelik- lidir; bütün insanların hatta bazı durumlarda henüz doğmamış olanların her yerde sahip olması gereken haklardır.Böylece belirli bir durumda bi-reyin ya da grupların benzer haklarının korunabilmesi anl***** gelir. Bütün normatif gelenekler gibi insan hakları da zamanın ürünüdür. Özünü ve biçimini veren tarihsel sürekliliği ve değişim süreçlerini yansı tır. “İnsan Hakları” kavramının, çok eski bir tarihi vardır.Yalnız bu kavram,ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonra kesin çizgilerle sınırlandırıl- mış, tarifi yapılabilmiş, fertler için teminata bağlanabilmiştir.Kökenleri Stoacılığın doğal hukuk görüşleri ile yakından ilişkili Eski Yunan ve Ro-ma düşüncesine dayanıyordu. Eski Yunan Stoacılığından etkilenen Roma hukukunda ius naturale (doğal hukuk) sistemine yer verilmiş ve ius getiuma (bütün kavimler için geçerli hukuk) uymak koşuluyla, yurttaşlık haklarını aşan bazı evrensel haklar tanınmıştır. XVIII. yüzyılda aydınlanma ile ileri adımlar atıldı. John Locke ile Montesquie, Voltaire ve Jean-Jocques Rousseau gibi “filozoflar” bu alanda önemli katkılarda bulundular. Locke bazı hakların bireylerin yalnızca insan olmalarından kaynaklandığını çünkü bu hakların, bireylerin toplumsal sözleşmeyle si- vil topluma geçmelerinden önce içinde yaşadıkları doğal durumda var olduğunu ileri sürdü. İnsan haklarının doğallığı görüşü, karşı görüşlere ve tartışmalara yol açtı. Mutlak değişmez, ebedi olarak nitelendirdikleri için birbirleriyle çeliştikleri ileri sürüldü. Bir başka önemli etken de hem ilerici hem de tutucu çevrelerin tepkileri oldu. Doğal hukuka ve doğal haklara karşı XVIII. yüzyılın sonlarında başlayan bu saldırılar XIX. ve XX. yüzyıl boyunca daha da yaygınlaştı. Friedrich Karl von Savigny, Henry Maine gibi düşünürler hakların, belirli topluluklara özgü kültür
ve çevre değişkenlerinin türevi olduğunu vurguladılar. John Austin, Thomas Hobbes’un bir deyimini kullanarak tek yasanın “hükümdarın buyruğu” olduğunu, Zudwig Witgenstein da gerçeğe ancak doğrulanabi- lir deneyimlerle ulaşılabileceğini iddia etti. Günümüzde ise hangi kültür çevresinden gelirse gelsin hukukçuların, felsefecilerin ve sosyal bilimci- lerin çok büyük çoğunluğu her insanın bazı temel hakları bulunduğu ko- nusunda birleşir.

İÇERİĞİ : İnsan hakları bir defada oluşup bitmek yerine günümüze de-ğin başlıca üç aşamada gelişti. Birinci aşama XVII.-XVIII. yüzyılda İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerinin klasik hak ve özgürlükleri ge-tirmesiydi. Daha çok bireysel nitelikleri olan bu haklar arasında yasal eşitlik, kişi güvenliği, bireysel özgürlük, düşünce ve inanç özgürlüğü, siyasal haklar ve mülkiyet hakkı en önemlileriydi. XIX. yüzyılın 2. yarı- sına doğru yükselmeye başlayan kitle hareketleri bu kez daha çok sosyal eşitlik eksenine yöneldi. Bütün yüzyıl boyunca sosyalist ve reformcu dü-şünceler bu hareketlerle eşlik edip yol gösterdiler. Bunların sonunda yeni bir senteze ulaşıldı; insan hakları listesinin genişlemesi ve devletin tutu- munun değişmesi “sosyal haklar” ve “sosyal devlet” olgularını doğurdu. XX.yüzyılda yasalara, anayasalara daha sonra da uluslararası belgelere giren “ikinci kuşak” insan hakları ekonomik, sosyal ve kültürel nitelik- liydi. Özellikle kapitalizmin baskısı altındaki hakların daha iyi yaşama özlemlerini dile getiren bu yeni haklar, devletin tutum ve işlevinde de de- ğişmeye yol açtı. Devletin artık etkin bir yol oynaması bekleniyor, kapitalizmin getirdiği sosyal eşitsizlikleri giderici müdahalelerde bulunmak, çalışan sınıfları ekonomik, sosyal ve kültürel yönden destekle mek de onun ödevleri arasına giriyordu. Böylece “bekçi devlet” ya da “jandarma devlet” yerini “sosyal devlet”e ve müdahaleciliğe bırakıyordu. “Üçüncü kuşak” insan hakları ise XX. yüzyılın 2. yarısından sonra orta-ya çıkan bir ölçü de 3. dünya ülkelerinin taleplerini yansıtan yeni bir hal-kayı oluşturur. Ulusların siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel gelecekle-rini belirleyebilme hakkının, dile getirildiği bu aşamada ezilen ulusların ve halkların bağımsızlık, dünya nimetlerinden eşit ve hakça yararlanabil- mek için verdikleri mücadelenin izleri açıktır.

İNSAN HAKLARI

İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu “temel hak ve özgürlükler”. İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Diğer yandan insan hakları terimi bir ideali içerir. Bu terimi kullananlar, bu alanda olanı değil, olması gerekeni dile getirirler.

İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Bir başka deyişle, birçok hakkın yanında bir sorumluluk da bulunmaktadır.

adalet,hukuk ve devlet kavramları

Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anl***** gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır. Bu anlamda herhangi bir durumun adil (adaletli) olup olmadığından söz edilebilir. Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. Öte yandan, adalet insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir.
Adalet; kısaca haklılık ve hakka uygunluktur. Öznel anlamda adalet, herkesin hakkını tanıma konusunda değişmez ve kesin istektir. Nesnel anlamda adalet, karşıt çıkarlar arasında hakka (hukuka) uygun bir denkliktir, eşitlik düşüncesidir. Adelet 4 tür altında toplanabilir. Bunlar:

Dağtıcı adalet
Dekleştirici adalet
Hakkaniyet
Sosyal adelet
Düşünürler eski çağlardan beri adalet kavramıyla ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur. Eski Yunanlı düşünür Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Örneğin, günümüzde kişinin tükettiği herhangi bir maldan alınan katma değer vergisi adil bir vergi değildir. Çünkü kişinin gelir düzeyini dikkate almaz. Buna karşılık, kişinin geliri üzerinden alınan ve gelir düzeyi yükseldikçe vergi oranının da arttığı gelir vergisi daha adil bir uygulamadır.
18. yüzyılda Aydınlanma Çağı düşünürleri adalet kavramını daha dar biçimde tanımladılar. Onlara göre hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluk adalet için yeterlidir. Ne var ki, hukuk düzeni her zaman adil olmayabilir. Çünkü hukuk yasaların her durumda aynı biçimde uygulanmasını gerektirir. Oysa yargıç herhangi bir olayda yasayı uygularken, durumun özelliklerini de göz önünde bulundurmak zorundadır. Böylece genel bir nitelik taşıyan yasanın eksik yanları uygulamada giderilebilir ve adalete daha çok yaklaşılabilir.
Günümüzde adalet kavramı sosyal adaleti de kapsamaktadır. Sosyal adalet, ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerin dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesini, toplumdaki zayıf ve güçsüzlere devletçe yardım edilmesini içerir.

————————————————————

Adalet, genel anlamıyla hakka uygunluk, haklı ile haksızın ayırt edilmesi demektir. Bu anlamda hem bir durumu, hem de insanların davranışlarını tanımladığı için ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir. Adalet, bir kavram olarak, insan davranışını ahlak açısından inceleyen ve eleştiren bir düşünceyi de içermektedir.

Kutsal kitaplarda adil (adaletli) olmaya ve yöneticilerin adil karar vermelerine ilişkin bölümler vardır. Üstelik ilkçağlardan bu yana düşünürlerin en çok ilgilendiği kavramlardan biri de adalet olmuştur. Sözgelimi Platon adaleti en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralı olarak tanımlamıştır. Aristo da eşitlik kavramından yola çıkarak, bir hukuk düzeninin güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabileceğini ileri sürmüştür. 18. yüzyılın Aydınlanma Çağı düşünürleri ise “doğal hukuk” kavr***** yer vererek, hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluğu adalet için yeterli saymışlardır. Yüzyıllar boyunca toplumlar değişirken adalet kavramı da değiş*miştir.

Eskiden olduğu gibi bugün de hukuk düzeni ile adalet kavramı tam anlamıyla örtüşmez. Daha dar bir anlamı olan hukuk adaleti sağlamakla yükümlüdür, ama her zaman adil olmayabilir. Çünkü hukuk düzenini oluşturan yasalar uygulamada esnekliğe yer vermez. Bu durum zaman zaman adaletsizliğe yol açtığı için, yargıç bir olaya yasaları uygularken adalete uygunluk ilkesini de gözetir. Böylece, yasaların katılığını uygulamada dü*zeltmeye ve adalete daha çok yaklaşmaya çalışır.

Örneğin herkesten kazancıyla orantılı olarak alınan gelir vergisi adil bir vergidir. Oysa kişinin gelir durumuna bakılmaksızın tükettiği herhangi bir maldan (örneğin şekerden) alınan vergi adaletsiz sayılabilir. Çünkü bu vergi karşısında herkes eşit sayıldığı için zengin ile yoksul eşit oranda vergi ödemiş olur.

2011-2012 11. Sınıf Demokrasi ve İnsan Hakları Dersi Yıllık Planı

2011-2012 11. Sınıf demokrasi ve insan hakları dersi yıllık planı indir, 2011-2012 yıllık planları, 11. sınıf demokrasi ve insan hakları yıllık planı indir, 11. sınıf demokrasi ve insan hakları ünitelendirilmiş yıllık plan download, en yeni yıllık planlar yenimakale.com farkıyla sizlerle…

  • Planlarla ilgili herhangi bir sorun yaşarsanız yorum yazarak bize bilgi verebilirsiniz. Editör arkadaşlar en kısa zamanda sorunu çözecektir.

    1. Sınıf demokrasi ve insan hakları yıllık planları her sene yeni planlarla değiştirilecek ve yine bu sayfadan planlara ulaşabileceksiniz.

2011-2012 11. SINIF DEMOKRASİ DERSİ YILLIK PLANI

2011-2012 11. Sınıf Demokrasi Dersi Yıllık Planı
Mustafa HİTHİT (Kocasinan Anadolu Lisesi)

2011-2012 11. Sınıf Demokrasi Dersi Yıllık Planı
Alper Ünvermiş / alperunvermis@hotmail.com

2010-2011 11. SINIF DEMOKRASİ DERSİ YILLIK PLANI

11. Sınıf Demokrasi ve İnsan Hakları Dersi Yıllık Planı (Office 2007) indirmek için tıklayınız…
Nihat AKIN

11. Sınıf Demokrasi ve İnsan Hakları Dersi Ünitelendirilmiş Yıllık Planı indirmek için tıklayınız…
Mustafa HİTHİT – Kocasinan Anadolu Lisesi Felsefe Öğretmeni – Kayseri