Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Osmanlı Güzellik Sırları, Osmanlı Kadınlarının Güzellik İpuçları ve Önerileri

Osmanlı Sultanlarının Güzellik Sırları Kadınlar her dönemde

Osmanlı Sultanlarının Güzellik Sırları


Kadınlar her dönemde güzelliklerine çok önem vermişler ve döneme uygun doğa mucizeleriyle her yaşta genç ve güzel olabilmişlerdir. ”Bakımlı kadın güzeldir” sözü her devirde geçerliliğini koruyor ; üstelik çok eski zamanlarda, bizim şimdiki imkanlarımızdan çok daha etkili ürünler kullanarak.

Osmanlı tıbbı, binlerce yıllık Hint, Roma, İslam ve Arap kültürlerinin birikimiyle oluşturulduğundan çok zengin ve çok değerli bilgiler içermekte . Buna göre, Osmanlı dönemlerinde sultanların ve tüm kadınların güzellikleri için neler yaptığı, hangi bitkisel karışımları kullandıkları, kısaca güzellik sırları nelerdir bakalım.

O dönemlerde de güzellik için ilk olarak temizliğe önem verilmiş. Hamam kültüründe keselenmek çok önemlidir, cilde peeling etkisi yapar ve ölü deriden arındırır, böylece canlı ve parlak görünüm elde edilir. Temizlik çok önemli olduğundan sabun sektörü de çok gelişmişti. Saraya gönderilen sabunlar eritilir ve kullanacak kişilerin zevklerine göre türlü esanslarla kokulandırılır ve şekillendirilirdi.

Sabun saçları sertleştirdiğinden mutlaka hatmi çiçeği ve ebegümeci kaynatılarak elde edilen kıvamlı su yumuşatıcı yerine kullanılırdı. Saraya sürekli kurutulmuş hatmi çiçeği ve ebegümeci gönderilirdi. Yumuşatıcı olarak kullanılan bitkilerin kıvamlı suyu şimdiki saç kremlerinden çok daha etkili ve tamamen doğal.

Cilt bakımı ve yine saç bakımında kil kullanılmış. Kildanlıklar içerisinde, kil üzerine su konulup bekletilmiş ve dibe çöken kil üzerindeki su süzülüp kullanılmış. Kilin saçları yumuşatırken aynı zamanda saçı ve deriyi besleyici özelliği vardır.

Hamam kültüründe cildi ölü deriden arındırmak temizlemek için kese yapılırdı ama bu şekilde cilt çabuk buruşur. O yüzden banyodan sonra cilde sürülen bitkisel yağlar ile cilt kuruması önlenir ve dış etkilerden korunurdu.

Kadın güzelliğinde el ve ayak bakımı da önemsenirdi. Bakımları için susam ve zeytinyağını bitkilerle birlikte kullanılmış ama daha çok gül yağı tercih edilirmiş. Gül yağını şu şekilde elde etmişler: Mis kokulu gül yapraklarını zeytinyağı ya da susam yağı içinde bekletip bir süre sonra süzülür ve cilt için çok faydalı olan bu yağ elde edilirmiş.

Sarayda tonlarca gül suyu kullanılırmış. Bu sayede cilt temizlenir, nemlenir ve kırışıklıklar giderilirmiş. Gül kokusunun huzur verdiği bilinir, ayrıca hafif bir kokudur. Ciltteki yaralarını ve cilt hastalıklarını iyileştirmede kullanılmış. Bunun dışında Osmanlı tıbbında gül yağı ruh hastalıkları tedavisinde de kullanılmış. İbn-i Sina’nın da kullandığı söylenir. Bal ve gül suyu karıştırılarak elde edilen gül macunu ve şerbeti de hazımsızlıkların giderilmesinde kullanılmış.

Kokulara önem verilirdi. Değişik kokular ruh ve beden sağlığında tedavi edici özelliğe sahiptir ve bu çok iyi bilindirdi. Dönemin hekimlerinin tedavilerde kokuları kullanmaları bu yüzdendir. Bahar ve buhur günlerinde alkolsüz parfümler yaparlarmış, sabahlara kadar kaynattıkları kazanlarla o güzelim mis kokulu parfümleri elde etmişler. Güllüabdan denilen harika şişelerde muhafaza edilmiş elde ettikleri parfümler ve türlü mücevherlerle süslemişler şişeleri. En kötüleri ise gümüşten yapılırmış. Saray da en çok hissedilen ise misk ve amber kokularıydı. Parfüm ve kokulara bu kadar önem verilmesiyle koku üreticilerinin ne kadar büyük paralar kazandığını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Bir diğer güzellik sırrı ise limondur. Limonun antiseptik özelliği vardır ve şeker içerdiğinden cildi besler, gerginleştirir ve tüm yaraları iyileştirir. Ayrıca saray kadınları el ve yüzlerini beyazlatıcı olarak kullanmışlar limonu. Malum o dönemlerde kadınlar ciltlerinin beyaz saçlarınında siyah olmasına çok önem verirlerdi, makbul olan buydu çünkü. Beyaz ten onlar için güzellikti ve açık renk saçlar sevilmezdi.

Bunların dışında beslenme de çok önemliydi, çok fazla yemezlerdi. Hatta ilkbaharda özellikle kanı ve barsakları temizlemeye yönelik beslenirlerdi. Kiraz çok tercih edilirdi, kirazın kanı temizleme özelliği vardır, sindirimi de çalıştırır. Ayrıca toksinlerden arınma için tuzlalardaki şifalı sular içilir ya da müshil kullanılırdı. Önce içten temizlik sonrada dıştan uygulanan bakım kürleri sağlık ve güzelliğin temeli olduğundan sarayda en iyi şekilde uygulamalara dikkat edilmiş.

Ortaköy – Osman Murat Tuğsuz

Harem Kadınlarının Güzellik Sırları

Osmanlı saraylarının harem dairesinde yaşayan kadınların şaşalı ve nefes kesici hikayeleri günümüze kadar ulaşıyor. Osmanlı padişahının sonsuz zevk ve sefalarına hizmet eden cariyelerin güzellik hırsları ve entrikaları ise tarihe yön verecek kadar güçlüymüş. İşte güzellikleriyle padişahı büyüleyip, Valide Sultan olmayı amaç edinmiş cariyelerin bakım sırları:

Sözlük anlamı “saadet evi” olan harem, Arapça yasak anlamına geliyor. Arapça’dan dilimize yerleşmiş bu kelime, gerçekte aile reisinin eşleri, cariyeleri ve çocukları ile oturduğu yer anlamını taşıyor. Harem, Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok önce Abbasiler ve Selçuklular’da da tercih edilen bir yaşam biçimi idi. Lakin Abbasi ve Selçuklular’da haremin Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu kadar şaşalı ve nefes kesici hikayelerle dolu olmamasının sebebi, haremin, aile hayatı anlamı taşıması idi. Osmanlı’da ise özellikle II. Beyazıt’tan sonra harem, padişahların sonsuz zevk ve sefalarına hizmet edecek cariyelerin güzellik ve entrikalarına sahne olmaya başlamıştı. Haremin en renkli kişileri şüphesiz ki cariyeler idi. Haremde hayat tatlı ve düzenliydi ama bütün cariyelerin tek bir dileği vardı; padişah tarafından fark edilmek, padişahla bir gece geçirmek. Böylelikle padişahın gözdesi olabilirlerdi.

Kafkas Kızları Gözde<

Haremin çoğunluğu, doğuda güzellikleri meşhur olan Kafkas kızlarından oluşmaktaydı. Bu Hıristiyan kökenli kızlar daha çok Gürcü kızlarından, Çerkez kızlarından, Rus kızlarından seçilirdi. Bu kızların güzellikleri kadar sağlıkları da önemliydi. Sınavı geçen güzel cariyeler o geçmek bilmeyen bekleyişe dahil olurlardı.

Ve bu bekleyiş de öncelikle temizlikle yani hamam sefası ile başlatılırdı. Tabii bu zevkli, rehavet verici adetten daha önce gereksiz tüylerden kurtulmak gibi can yakıcı bir işlemden de geçmek zorunda idi cariyeler. Ama cariyelerin emelleri o kadar yüksekti ki, büre (boraks) ile zırnığın arsenik-kükürt karışımı) karıştırılarak, tüyleri alana kadar kaynatılan, sonra kurutulan ve gerektiğinde ısıtılarak tekrar kullanılan bir karışım ile tüylerden arınmaktan çekinmiyorlardı.

Vücutlarındaki gereksiz tüylerden böylelikle kurtulurken, saçlar ise çok başka bir işleme tabi tutulmaktaydı.

Çoğu cariyenin topuklarına kadar inen saçları vardı. O günkü dönemde saçlar bir kadının en büyük hazinesi idi.

Bu hazinenin daha güzel parlaması, daha sağlıklı ve uzun olması için toz haline getirilmiş kına bitkisinden yararlanılırdı. Kına tozu genellikle ceviz, sumak ve incir yaprağıyla karıştırılarak saçlarda uzun süre bekletilirdi.

Tüy temizliği, saç bakımı derken, cariyelerin çok yorulduğu kesin. Hem yorgunluklarını gidermek, hem de ciltlerinin daha beyaz ve parlak gözükmesini sağlamak için sıra kutucu ustalar tarafından mis gibi sabunlarla sabunlanıp, liflenmeye gelmiştir.
Bol sabunlu, bol köpüklü banyo sebebi ile iyice yumuşamış bedenleri tekrar kutucu ustalar tarafından çiçek kokulu yağlar ile ovulmaya başlanırdı.

Masaj sonrası cariyeler iyice dinlendirilir, en güzel yemeklerle doyurulurdu. Güzellik uykusuna hazır olan cariyeler ipek döşemeliklerin üzerinde kendilerini uykunun tatlı derinliklerine bırakırlardı.

Güzellik uykusu sonrası esas süslemelere geçmeye hazır cariyelerin elleri ve ayakları hazırlanan kınalarla nazikçe boyanırdı. Cariyeler, giyinmeden önce o zamanlar ‘yüz yazmacılığı’ denmekte olan makyaj yapılırdı. Önce ‘düzgün’ bugünkü adı fondöten ile işe başlanırdı. Düzgün’ün malzemelerinden biri, kırmızı için allık sürülürdü. Allık, doğal bitkilerin ezilmesi ile elde edilen boyaları ve gaz denilen tülbendin boyaya sürülmesi ile kullanılırdı. renk veren bir ot cinsi olan ‘gülgün’ idi.

Düzgünün üzerine yanakları daha da koyultmak Yanaklarda istenen görüntü elde edildikten sonra sıra kaşlara ve gözlere gelirdi ki, bir cariyenin en büyük silahı bu ikiliydi. Durum böyle olunca kaslar ‘rastık’ denilen, kına tozu ile karışımından doğan kestane rengi ile itinalı bir şekilde boyanır, iyice belirginleştirilirdi.

Gözler ise sürme denilen kirpik ve göz boyası olan antimon, yani sürme taşı ile boyanırdı.

Elma Yanak Kiraz Dudak

O günlerde dudaklar da yanaklar gibi allık ile boyanırdı. Padişahların kiraz dudaklara, ince bellere ne kadar düşkün oldukları harem tarafından iyice bilinirdi. Yüz yazmacılığı işlemleri bitince cariyelere, vücut hatlarını ortaya çıkaracak, mevsimine uygun entariler giydirilirdi.

Bele, dört parmak genişliğinde, kıymetli taşlarla süslü bir kemer bağlanır, belin inceliğini ortaya koyacak biçimde sıkılırdı. Tüm bu işlemlerden sonra, padişahı ilk etapta etkileyecek güzel kokular sürülerek cariyelerin güzellik yolculuğu tamamlanırdı.

Tarihten Günümüze Güzellik Sırları

Kozmetik sektörü kadınlara her gün sonsuz güzellik ve ebedi gençliğin sırrını vaat ediyor. Oysa zamanın yıkıcı etkisinden hiç etkilenmeden gönüllerde yaşayan, tarihi göz kalemleriyle yazan, rimelleriyle kralları, prensleri maskara eden kadınlar da var. Rus Pravda gazetesinde yer alan bir araştırmada, Truvalı Helen’den Christina Aguilera’ya dünyanın en güzel kadınlarının özel güzellik formülleri ve sırları anlatılıyor. Araştırmaya göre tarihte eskiye gidildikçe, kadınlar güzellik için doğal yollara başvuruyor.

Truvalı Helen’in dillere destan ‘organik’ güzelliği de bunlardan biri. Hipokrat’ın onun için bulduğu, binbir çeşit çiçekten hazırlanan özel bir güzellik reçetesi, devrin kadınları arasında trend olmuştu.

Helen sofraya otururken bile önce çiçek ve meyve aromalı yağlarla temizlenirmiş. Kalp bölgesi ve göğüslerin kır çiçekleri ya da elma, şeftali gibi meyvelerden elde edilen aromalı yağlarla ovulmasının stres azaltıcı, güzelliği durulaştırıcı etkisi olduğuna inanılıyordu.

M.Ö. 69-30 yıllarında yaşayan Kleopatra’nın vazgeçilmez güzellik formülüyse sıcak at sütü banyosuydu. Kleopatra, Roma İmparatoru’nu karasevdaya salan güzelliğini kımıza borçluydu.

Güzelliğini süte borçlu olan bir başka Mısır Kraliçesi de Nefertiti. Uzmanlar bugün onların kadife tenine sahip olmak isteyenlere, banyo suyuna bir litre süt eklenmesini öneriyor. Günümüze yaklaştıkça güzellik sırları sentetik hale gelse de şimdinin yıldızları da doğal ürünlerden vazgeçmiyor.

Tercihleri Doğal Ürünler

  • 50’lerin divası Marilyn Monroe’nun şüphesiz en büyük özelliği, sarı saçlarıydı. Monroe, kahverengi olan saçlarını hidrojen peroksitle sarartırdı.

  • 1934’te doğan ve tüm zamanların seks ilahesi olan Fransız aktris Brigitte Bardot, güzel vücudunu sabah yapıtığı 10 dakikalık egzersize borçlu.
  • Sophia Loren’in güzelliğinin sırrı domates. Loren, bal ve zeytinyağı ile domatesi karıştırıp bir saat boyunca yüzüne uyguluyor.

  • Ornella Muti’nin yöntemi kivi. Kivi püresinin içine bal ve yoğurt eklenmesini tavsiye eden Muti, karışımı 20 dakika boyunca yüzünde tutuyor.

 

  • Yıllardır güzelliğinden bir şey kaybetmeyen Cindy Crawford göz altlarındaki morluklar için göz kapaklarına taze patatesle masaj yapıyor. Bu yöntem kırışıklıklar için de işe yarıyor.

  • Uma Thurman, Gwyneth Paltrow ve Julia Roberts’ın bebek gibi ciltlerinin sırrı ‘Tidal Wave’ adlı, süt ve balla yapılan bir spa terapisi.

  • 23 yaşındaki Christina Aguilera’nın parlak cildiyse çiğ patates maskesi ve güneş banyosunun eseri.