19. Yüzyıldan Günümüze Türk Şairleri ve Şiirleri
TANZİMAT
Tanzimat; düzenlemeler, yeğlemeler,ıslahat anlamına gelir, “tanzim”sözcüğünün çoğuludur. Tanzim ise Arapça “nazm”dan gelir. Sıraya koyma, dizme, sıralama, ıslah etme, manzum ya da düz yazı olarak yazmak anlamındadır. Tanzimat, 3 Kasım 1839’da “Gülhane Hattı Hümayunu” ile temelleri saptanan düzenleme eylemlerinin genel adıdır;1876 Rus Savaşı’na dek sürer.
Tanzimat şiiri; divan şiirine göre daha canlı, daha çeşitlidir. Divan şiirinde zihinsel bir varlık gösteren duyumlar, Tanzimatla fikirleşir. Bu dönemdeki Türk şiirine manzun nesir de denilebilir. Tanzimat şiirini divan şiirinden ayıran en önemli ayrılığı, toplumcu özeeliğinde aramalıdır. Divan şiiri bireyci ama Tanzimat şiiri toplumsaldır.
Tanzimat şiirinde aşırı bir özcülük vardır. Tanzimat şiiri, halka, halk diline eğilir. Tanzimattan bugüne değin Türk şiiri, yeni bir dünya görüşü, yeni bir hayat anlayışı, yeni bir kompozisyon peşindedir.
Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa söz sanatlarından uzak, söz oyunlarundan arınmış bir şiir getirirler. Buna düşünce şiiri, fikir şiiri de denilebilir. Namık Kemal; yüzyıllar boyu devem edegelen insanın güçsüzlüğü görüşüne karşı gelir; insanın bir kahraman olduğu görüşünü savunur. Bu inancı Hamit daha ileri götürür; kainat karşısında iyimserlik, hayranlık duygularıyla dolar. Günlük yaşantıdan doğan gözlemler, Tanzimat şiirine girer.
HÜRRİYET KASİDESİ
Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten
Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten
Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten
Vücudun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır
Ne gam rah-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten
Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten
Hemen bir feyz-i baki terk eder bir zevk-i faniye
Hayatın kadrini âli bilenler hüsn-i şöhretten
Nedendir halkta tul-i hayata bunca rağbetler
Nedir insana bilmem menfaat hıfz-ı emanetten
Cihanda kendini her ferdden alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de ar eyler melametten
Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake
Edip tezyid-i gayret müstefid olmak nedametten
Durup ahkam-ı nusret ittihad-ı kalb-i millette
Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten
Eder tedvir-i alem bir mekînin kuvve-i azmi
Cihan titrer sebat-ı pay-ı erbab-ı metanetten
Kaza her feyzini her lutfunu bir vakt için saklar
Fütur etme sakın milletteki za’f u betaetten
Değildir şîr-i der-zencire töhmet acz-i akdamı
Felekte baht utansın bi-nasib- erbab-ı himmetten
Ziya dûr ise evc-i rif’atinden iztırâridir
hicâb etsin tabiat yerde kalmış kabiliyetten
………………………… ……………….. …………………
Namık KEMAL
YENİ ŞİİR
Tanzimat’a girerken, bireysel ve toplumsal yaşanyımız hızlı bir değişim içerisindedir. Şiirimiz de bun katılmak zorunda kalmıştır. Yeni bir insan anlayışı şiirimizi etkilemiş; şairler kudretlerini uluslarından almak zorunda kalmışlardır. Türk şiirinin bu dönemine; Batı Uygarlığındaki Türk Şiiiri de denilmektedir. Batı uygarlığı ile ulusal benliğe dönüşümüzü yansıtan bu dönem, XIX. yüzyılın ortalarından günümüze kadar gelir.
Yeni şiirin en belirli özelliği, gerçeğin, yaşamtının dili oluşudur. Şiirimize konuşma dilini getiren Şinasi ile Türk şiirinin söz oyunlarından kurtuluş hareketi başlar. Şiirimize ilk kompozisyon yine Şinasi ile girer. Namık Kemal siyasete, Abdülhak Hamit felsefeye giderler. Türk şiirinde duygusal bir deyiş yaratanlar Abdülhak Hamit’le Recaizade Ekrem’dir. Muallim Naci, şiirimizin özünü neoklasisizme götürmek ister. Yeniyi arayan eskiyi aşmak zorundadır.
Şiirimizin vezin, nazım aşamalarını bilmeyen, yeni şiirimizin neler getirdiğini anlayamazlar.
Yeni Türk Şiiri, nazmın şiir olmayacağı görüşündedir. Türk Şiiri, Tanzimat’tan günümüze doğru geldikçe soyuttan somuta varır. Yeni şiirimizin en büyük özelliği mısra yapısını getirmiş olmasıdır.
DİVAN ŞİİRİNİN YIKILIŞI
Tanzimat şiirinde aşırı bir öz kaygısı vardır. Muhtevanın zenginliği, şekil mükemmelliğinden üstün tutulur. Tanzimat’la başlayan edebiyatımızda biçim, dil, ülkü bakımlarından yepyeni bir anlayış görülür. Bu anlayışın kaynağı, Fransız Edebiyatı’dır. Tanzimat’tan sonra Divan şiirinin üslupçuluğu yıkılır. Şiirin konusu genişler; doğa, felsefe, iç ve dış yapı olanakları gelişir, fakat beklenen şiir yaratılamaz.
Edebiyatımıza Batılı anlatışla ilk nazım yeniliklerini getiren, bu yenilikleri Sahra, Makber adlı yapıtlarında ortaya koyan şairimiz Abdülhak Hamit’tir. Namık Kemal’in “Vaveyle”sı bundan sonra gelir. Hamit’ten sonra özle birlikte şiirimizin biçimi de yenileşir. Divan şiirini yıkanların, yeni şiiri kurmaya çalışanların öncülerindendir Hamit. O; Türkçe, Farsça, Arapça, Fransızca sözcükler içerisinde yaşadığı için şiirileri bu dört dilin etkilerini gösterir. Tanzimat şiirinde yeni bir şiir dilinin kurucusu sayılır.
Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa eski biçim içerisinde yeni bir öz; mazmunlu deyişler yerine konuşma diline giden bir Türkçe koyarlar. Nedim’le Şeyh Galip, divan nazmında yenilikler yapmak için büyük çaba gösterirler. Fakat onların bu çalışmaları bugünkü nazım anlayışımızdan çok uzak, Divan Şiiri özelliklerinden dışarı çıkacak bir nitelikta değildir. Halk Şiiri’mizden söyleyiş içtenliği, Divan Şiiri’mizden dizeler disiplini, Batı’dan kişinin günlük dramını almamız gerekli görülür.
YENİ ŞAİR
Tanzimat şiiri; Divan Şiiri’nin dünyaya bakış açısını değiştirir. Halkı ezen iktidara kafa tutma, doğa sevgisi, yüce ülküler peşinde koşma, topluma sımsıkı bağlanma, sırtı halka ve kanuoyuna dayama, şüpheci ve faydacı bir çabanın savaşını verir.
Tanzimat şairi; bireycilikten toplumculuğa, saraycılıktan halkçılığa doğru gider. Şiir yoluyla toplumu uyandırmak, yüceltmek amacındadır. Karanlığa, baskıya geriliğe, halkı ezenlere karşı savaş açar. Cunhuriyet şiirinin temeli Tanzimat’la atılır.
Tanzimat şiiri; biçimle öz yönünden, yeni önleyişlerin olanaklarıyla zorlanır. Gazel, kaside, murabba, kıt’a, tekrib-i bent gibi divan, nazın şekillerinin içerisine, o zamana kadar görülmeyen hürriyet, vatan sevgisi, adalet, millet, terakki, tabiat, teknik, fen, ilim, materyalist fizik ötesi düşünceler girer.
EDEBİYAT-I CEDİDE ŞİİRİ
Edebiyat-ı Cedide, dil yabancı sözcüklerle dolu olmasına rağmen, bu şiirler bizde, Batı şiir anlatışına en uygun bir görüşle yazılmışlardır. Edebiyat-ı Cedidecilerden sonra gelenler yabancı sözcükleri ayıklayarak Türk şiirinin bugünkü yolunu açmış oldular. Şiirimizin beyit beyit kurulma aşamasından ayrılışı Edebiyat-ı Cedide şiiriyle başlar.
Edebiyat-ı Cedide şiirinde Divan Şiiri’nin yerini Fransız şiir özellikleri alır; günlük, basit olaylar konu olur. Avrupa nazım biçimleri denenir, şiir düzyazıya yaklaştırılır, uyakların kulak için olduğu saptanır.
Edebiyat-ı Cedide’den sonraki şiirimizde anjambman vardır. Anjambman; ulantı; bir mısrada anlam tamamlanmadığı zaman onu tamamlayacak kelimelerin diğer mısralara bırakılmasıdır. Servet-i Fünunculardan Tevfik Fikret’le Cenap Şahabettin bunu ustalıkla şiirlerinde kullanırlar.
Edbiyat-ı cedide şiirinde şiirin yerini çoğunlukla resim alır. Cenab’a göre şiir:”kelimelerde yapılmış bir resim”dir. Onları biçim ve üslup titizliği, daha sonra geniş halk yığınlarının anlayabileceği bir nitelik lazanır. Tanzimat şiiri olsun, Servet-i Fünun şiiri olsun; Divan Şiiri ile Batı şiirinin bileşkesinden doğmuştur denilebilir. Özellikle Tanzimat şiirinin özünde Batı biçiminde Divan; Edebiyat-ı Cedide şiirinin biçim ve özünde ise Batı şiir niteliklarini bulmamız ise buradan gelmektedir. Tevfik Fikret’in “Şukufe-i Yar” şiiri verilebilir.
ŞUKUFE-İ YAR
Bir gonca durur kadid ü muber
Bir defter-i sanihat içinde
Binlerce emel, heves beraber
Reng-i siyah-i mehat içinde
Sessiz sessiz geçer hayatı
Bir velvele-i nikat içinde
Anlar mı aceb o dürrehatı
Coştukça sahayıf-ı eserden
Aşkın bana hoştur iltifatı
Bir goncada böyle saf-u ruşen.
Tevfik Fikret
SERVET-İ FÜNUN
Servet-i Fünun şiirini yaratan Tevfik Fikret’tir. Şiirlerinde sağlam bir nesir yapısı, kendinden önceki şairlerde görülmeyen iç ve dış yenilikler, toplumsal konular, biçim ve kafiye özgürlüğü, ustalıklı bir aruz görülür. Türk şiirinde insan bilim, fen, teknik servisi Tevfik Fikret’ten sonra gelişir.
Tanzimat’tan sonraki şiirimizde bizi öz benliğimizden uzaklaştıran bir batılaşma görülür. Bu bilinçsiz Batı uygarlığı, bize öz benliğimizi duyuran Yahya Kemal’e kadar süregelir. Tanzimat şiirindeki yalınlık, fikirle yüklü üslup; Servet-i Fünun‘da mecazlara, benzetmelere, istiareye yerini bırakır. Servet-i Fünun şairleri, genellikle gerçeklerden kaçan derin bir melankolik kötümserlikle yüklü bir ruh hali gösterirler. Bunun için doğa, hayal ve anılar yegane teselli kaynakarıdır. Servet-i Fünuncular üslubu yaratırken çoğunlıkla duyguyu çıkış kaynağı olarak alırlar. Dil, bu kaynaktan doğar.
Haluk’un İnancı
Bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.
Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.
Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.
Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna Tevrat’la, İncil’le, Kuran’la inandım.
Tekmil insanlar kardeşi birbirinin… Bir hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.
İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.
Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.
Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.
Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.
Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.
Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa… İnandım.
Tevfik Fikret
FECR-İ ATİ ŞİİRİ
Fecr-i Ati şiiri ile Servet-i Fünün şiiri temelde birleşirler. İkisi de doğayla aşkı aynı sözcükler kompozisyonu içerisinde öznel bir duyarlılıkla işlerler. Ölçüleri aruz, nazım biçimleri çoğunlukla serbest müstezattır. Fransız sembolizmini daha ileri götürürler. Fecr-i Ati’ciler; toplumla, gerçekle ilgisiz, sanat için sanat yaparak, özü belirsiz duygularla örülü bir şiirin peşindedirler. Kaynakları Fransız sembolizmidir.
Fecr-i Ati’ciler; 1909’da yayımladıkları bildiriyle ortaya çıktılar. Muhakkak ki bu şiirin en büyük, en ünlü temsilcisi Ahmet Haşim’dir ve kendisi XX. yüzyıl Türk şiirinde başlı başına bir isimdir. Şiirimiz en güzel sembolik örneklerii onunla verdi. Bu şiirde yoğun bir hayal kudreti, zengim bir müzikalite, prizmalardan geçmiş gibi zevkli bir gözlem dünyası görülür.
Merdiven
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Ahmet HAŞİM
MİLLİ ŞİİR
XX. yüzyıl Türk Edebiyatı’nın 1908’le 1923 yılları arasında gelişen; II. Meşrutiyet’in milliyetçilik hareketleriyle başlayan şiirimiz “milli şiir” adını alır. Bu şiir akımı, Cumhuriyet dönemine değin sürer. Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Emin Yurdakul, Faruk Nafız Çamlıbel bu dönemin en tanınmış şairleridir.
ŞAİRLER DERNEĞİ
Şairler Derneği; 1917’de kurulur. Mehmet Emin Yurdakul’un 1897 Yunan Savaşı üzerine yayınladığı “Türkçe Şiirler” kitabında aruz yerine hece ölçüsünün kullanılması esin kaynağı olur. Faruk Nafız Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Halide Nusret Zorlutuna, vb şairler hece ölçüsünü benimserler. Mehmet Emin Yurdakul’la Ziya Gökalp’in başarılı izleyicileri olurlar.
HECENİN BEŞ ŞAİRİ
Faruk Nafız Çamlıbel, Enis Behiş Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy ve Yusuf Ziya Ortaç’tan kurulu topluluğun edebiyat tarihimizdeki adı “Beş Hececiler”dir. Bu şairler, 1911’de Selanik’te “Genç Kalemler”le başlayan ulusal eebiyet akımının ilkelerine bağlı olarak, halk şiirimizin özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye geçişinde buyuk rol oynarlar. İlk şiirlerinde Ziya Gökalp’ın etkisinde kalan “Beş Hececiler” daha sonraları “Memleket Edebiyatı” adı verilen çığırın ilk ürünlerini verirler.
“Aruz sizin olsun, hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir:
Leyl sizin, şeb sizin gece bizimdir,
Değildir bir mana üç ada muhtaç.”
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ (1923-1940) :
Bu dönemde tam anlamıyla yerli ve sade bir dil kullanıldı. Konuşma ve yazı dilini birleştirdiler. Hece ölçüsünün sesini gizleyerek, iç ahenge yöneldiler.
Ahmet Hamdi Tanpınar: sembolizm havası içinde soyut şiirin ve psikolojik roman, hikaye türlerinin ustasıdır.
Cahit Sıtkı Tarancı : Yaşamanın ve aşkın güzelliğini, ölümün üstünlüğünü vurguladı
Eserleri: Şiir:Otuz Beş Yaş , Düşten Güzel , Sonrası.
YEDİ MEŞALECİLER
1928’de Yedi Meşale adlı bir kitapta yedi sanatçı birleşti. Beş Hececilerin yaptıklarını geliştirerek, modern Türk şiirinin doğmasına ortam hazırladılar. Hissedilir bir değişiklik yapamadılar. Bunlar: Siyavuşgil , V. M. Kocatürk , Kenan Hulusi , Muammer Lütfi
Ziya Osman Saba :Yedi Meşalecilerin şiire en sadık olanıdır. Çocukluk özlemi, anılara düşkünlük, kadere boyun eğiş gibi temaları işlemiştir.
1940 SONRASI TÜRK ŞİİRİ
- Garipçiler (I. Yeniler)
2 Yeni Gelenekçi Şiir
3 II. Yeniler
4.Toplumcular
5 Yeni İslamcılar
6.Son Yeniler
GARİPÇİLER
Yeni şiir (Garipçi şiir) bir bakıma yıkıcı ve alaycı olarak görülür; çünkü buna öncülük eden şairler iki önemli savaş arasında yetişmiş, dünyada ve yurtta ciddi değişimler görmüşler ve yaşamışlardır. Ayrıca 1920–1940 yıllarında Batı edebiyatlarının sarsan devrimci şiir akımları bize bu yeni şairler aracıcığıyla gelmiştir. Bu dönemin en büyük özelliği bu akımın bütün eskilerden ayrılarak hayata bakış tarzını değiştirmiş; düşünceyi ve felsefeyi şiir dışı tutmak istemiştir. 1940’tan sonra aydınlara ve “mutlu azınlığa” hitap edilen şiiri bırakıp büyük halk kitlelerine seslenme hevesi başlamıştır. Bu akımla daha çok tabiat, hayat ve insanlar konu alınmıştır. Aşk, salata, hürriyet, sokak satıcısı, rakı şişesi gibi tema örnekleri verilebilir. Genel olarak çocukluk, ölüm, aşk, günlük yaşamdan kareler gibi örnekler verilebilir. Sevet-i Fünun ve Milli Edebiyat’la kademe kademe şiire giren temalar ve nesneler çoğalarak en geniş halini bu dönemde almıştır.
Ayırt edici özellikleri:
a. Kafiyesizdir. Onlarca bunun gerekçesi kafiye ikinci satırın akılda kalması için ilkel bir yöntemdir. Gelişen insanın ve edebiyatın içinde kafiye olmamalıdır.
b. Ad aktarmaları, mecaz sanatı gereksizdir. Yazılan bütün Garip akımı şiirlerinde görebiliriz ki oldukça sade bir dil kullanılıştır. Hatta günlük dile bayağı yakındır.
c. Şiir söz söyleme sanatıdır. Sade basit ve yalındır.
d. Hece ve aruz ölçüsü yoktur.
e. Duygulardan çok akla dayanır.
En büyük temsilcilerinden biri Orhan Veli’dir. Bazı şair ve şiir örnekleri:
Sıtkı Yırcalı, Cahit Sıtkı Tarancı, Rıfat Ilgaz, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hüseyin Pala…
Sokakta Giderken
Sokakta giderken, kendi kendime
Gülümsediğimin farkına vardığım zaman
Beni deli zannedeceklerini düşünüp
Gülümsüyorum.
Orhan VELİ
Çayın rengi ne kadar güzel
Sabah sabah,
Açık havada…
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!…
Orhan Veli
Aydın Mısın?
kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun ?
kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
………………………… ……………..
Rıfat Ilgaz
YENİ GELENEKÇİ ŞİİR
Garipçilerin ve onlara yaşıt “Bağımsız”ların, büyük çoğunlukla Batı şiirindeki denemelere kapılmaları, başlangıçta taklide uyar görünenleri de zamanla tedirgin etmiştir; yaptıkları şiirin bize ait ve değerli olduğundan “kuşku” duymaya başlamışlardır. Bu yüzden Behçet Necatigil’den tutarak Attila İlhan, Hilmi Yavuz, Hüsrev Hatemi, ikinci yenilerden Turgut Uyar divan edebiyatına yönelmişlerdir. Garip’ten başlayarak alaya almaya çalıştıkları Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve görmezlikten geldikleri Necip Fazıl, A. Hamdi Tanpınar, A. Muhip Dranas gözlerinde büyümeye başlamıştır. Yeni Gelenekçiler’i üç ana bölüme ayırabiliriz:
1.Hisarcılar
2. Epik (Hamasi) söyleyenler
3. Özcü (Saf şiirci, purist) şairler
MAVİ AKIM
Attila İlhan’ın Mavi isimli bir dergiyle başlattığı bir akımdır. Garip akımına karşı olarak çıktı. Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı. Şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum şiir kitaplarındaki şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi. Yasak Sevişmek, Elde Var Hüzün kitaplarındaki şiirlerinde divan şiiri ve şarkılardan da yararlandı. İlk iki romanı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez’den sonraki romanlarında tarihsel konulara ağırlık vermeye başladı. Bu tür romanlarında öz Türkçe akımına karşı çıktı. Gazete yazarlığını sürdürüyor. Senaryolarını yazdığı önemli filmler: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul’da bağımsız yazar.
Pia
ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia’yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia’nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia’nın
ölsem eksiksiz ölürdüm
Attila İlhan
II. YENİ
1950 yılında bir duraksama dönemine girdikten bir süre sonra 1940 şiirine karşı tepkiler doğmaya başlar. Biçim özellikleri bir hayli değişim görür. Orhan Veli’den sonraki nazım şekli kafiye, vezin anlayışları kaybolmuş gibiydi. Ayrıca bu dönemde Divan şiirine ait gazel, rubai gibi nazım biçimleri Behçet Necatigil, Attila İlhan gibi şairler tarafından tekrar kullanılmaya başlandı. Bu akımdaki şarlerin savunduğu ortalk düşünce biçimden değil özden hareket edilmesi gerektiğidir. 1955 şiirini önceki bütün şiirlerden dilce ve mısra kuruluşunca kısacası üslupca ayıran değişmeler vardır. İçerik ve biçim özelliklerinden en belirginleri:
a. Soyut, kapalı, bol mecazlı simgeci bir anlatım
b. İç müzik önemlidir ve biçim iç müziğe göre şekillenir.
1980’Lİ YILLARIN ŞİİRİ
1950 VE 55’te doğan şairlerin ortaya koydukları aklıcılığı ve toplumculuğu benimseyen dönemdir. Tuğrul Tanyol, Ataol Behramoğlu, Murathan Mungan en önemli temsilcileridir.
Bıçak
Yere düşürülen bir bıçak sesi
Kristali tuzla buz olmuş gözlerinin
biliyorum ay kanatıyor
ne zaman sussak geceyi
Kendini benim yerime koy
Oğul öksüzü babalar yerine
Susmayalım. Bıçak uyuyor kelimelerin kalbinde
Kanlı bir şerbet gibi akar dururdu
İpeği ikiye bölen kılıçların ağzı
Bir biz inmedik suya
Kaç mevsimin yağmuru buruştu elimizde
Örtülü çarşılarda ölümü tebdil ettik
uzak durduk kabzasına çağıran intikamdan
Bir biz inmedik suya
Kendini benim yerime koy
Oğul öksüzü babalar yerine
Susuyorum. Ölülerim uyuyor kalbimde
Murathan Mungan
TOPLUMCULAR
Aslında toplumcu terimi, bir akımı, bir doktrini savunmanın ve toplumlara modaya uygun, gündelik, tek taraflı çözümler sunmanın çok ötesinde geniş bir şiir tarzını isimlendirmetedir. Marksist olarak da görülen bu akım sosyalizmin etkilerini taşır. Nazım Hikmet’le başlayıp Tek Parti döneminde, komünistlere yapılan baskılar devam ettikçe etkilerini belirginleştiren bu akım 1960- 70- 80 yılları boyunca solcu çevrelerde ilgi görerek devam etmiştir. Buna bağlı olarak “ sınıf kavgası, ekmek, tutsaklık, kurtuluş, hapishane hayatı” gibi temalar üzerinde yoğunlaşılmıştır. Nazım hikmetle gelen bu akımda Nazım hikmet ilk defa serbest ölçülü şiiri yazmıştır.
Çankırı Hapishanesinden Mektuplar I
Saat dört,
yoksun.
Saat beş,
yok.
Altı, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
kim bilir…
Hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ve kocaman
muşamba torban
dizlerinde…
Kelleci Memed’i hatırlıyor musun?
Sübyan koğuşundan.
Başı dört köşe,
bacakları kısa ve kalın
ve elleri ayaklarından büyük.
Kovanından bal çaldığı adamın
taşla ezmiş kafasını.
“Hanım abla” derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
tepemizde, yukarda,
güneşe yakın,
bir konserve kutusunun içinde…
Bir Cumartesi gününü,
hapisane çeşmesiyle ıslanan
bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
aklında mı :
“Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
kim bilir nerde kalır ölümüz…?”
O kadar resmini yaptım senin
bana birini bırakmadın.
Bende yalnız bir fotoğrafın var :
bir başka bahçede
çok rahat
çok bahtiyar
yem verip tavuklara
gülüyorsun.
Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
fakat pek âlâ gülebildik
ve bahtiyar olmadık değil.
Nasıl haberler aldık
en güzel hürriyete dair,
nasıl dinledik ayak seslerini
yaklaşan müjdelerin,
ne güzel şeyler konuştuk
hapisane bahçesinde…
Nazım Hikmet Ran
Alacakaranlık
Dayan bakalım,
Dağları delen Ferhat!
Dizboyu çamurdasın.
Bütün gün parkta uyuyan insanların,
Resmini çizen Ömer,
Aslan Ömer!
Haklısın…
Yaprağın yeşili,
Vay anam vay!
İçimi dağlar göğün mavisi.
Dayan bakalım,
Dağları delen Ferhat!
Vakit alacakaranlıktır şimdi.
Fethi Giray
YENİ İSLAMCI AKIM
Üslup, tarz, biçim ve temaları ile İslamcı şiirin daima “çok kapalıya- hatta anlamsıza” kaçan şiirleri nedeniyle II. Yeni’nin bir parçası olarak düşünülmüştür. İslamcılık akımlarında en önemli temsilci Necip Fazıl Kısakürektir. Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt da bu akımın öncülerindendir. Daha önceki islamcılık akımlarından farklı olarak temel olan düşüncelerden biri biri şudur. “ Özgürlük, başıboşluk değil tam tersine ruhun disipline kavuşması sonucunda elde edilen varoluş yüceliğidir. Bu da en yüksek düzeyine insanın Allah’a doğru yönelmesi Allah önünde kendi benliğini unutması ile mümkündür.” Sezai Karakoç, yeni şiirin (ikinci yeni) batı şiirinin ötelerinden geçip, Mevlana’ya, Nesimi’ye, Fuzuli’ye yönelerek “Yeni İslami Akım’ın oluşmasında büyük rol oynamıştır. Marksist dönemden en büyük farkı konunun dışardan alınması etkilenilmesi olmuştur.
Bu dönemdeki çoğu şair “ serbest vezinli” bazen ölçüsü ve uyağı belirsiz mısralarla yazmayı temel almakla birlikte Divan Edebiyatı nazım biçimlerini de kullanmışlardır.
SEMPATİ
Kuşlar uçarlar uçarlar
İnsanlar vardı sanır
Toprak dünyası döner oysadönen de
Gagalarının önüne getirir yuvalarını onların
Kuytular sularını yükseltir
Çöllerden sızıp gelen geyik ağızlarına
Her nasib için ayrı ayrı
Rahmet Şekillenir.
Cahit Zarifoğlu
- YÜZYIL ŞİİRLERİ
- yüzyıldaki birçok değişim gerek sosyal, gerek ekoomik gerekse teknolojik değişmeler bu akımın oluşmasında etkili olmuştur. Özellikle gazetenin ve diğer iletişim araçlarının bulunması etkili olmuştur.
Bu dönemin en bilindik isimlerinden Aşık Veysel,(1893- 1973) Kağızmanlı Hıfzı,(1893-1918) Aşık Efkari(1900-1980 ) örnek verilebilir.
Bilmem Hayal Miydi Yoksa Düş Müydü
Bilmem hayal miydi yoksa düş müydü
Gönül arzusunu buldu bu gece
Yalın kılıç mıydı bir ateş miydi
İçerim köz ile doldu bu gece
Bilemedim gece ile gündüzü
Seçemedim güneş ile yıldızı
Mestane gözleri mestetti bizi
Aklımı başımdan aldı bu gece
Mah yüzüne bakma ile doyulmaz
Sıra sıra benleri var sayılmaz
Aşk meyinden içen aşık ayılmaz
Bilemedim bana noldu bu gece?
Durmaz yanar gerçeklerin çerağı?
Yakın olur ehl-i aşkın ırağı
Gölköy oldu VEYSEL’lerin durağı
Hayali karşıma geldi bu gece
Aşık Veysel Şatıroğlu
Kaynakça
1.“Türk şiiri Tarihi” Gıyasettin Aytaş
2.“DİVAN EDEBİYATI VE ÖZELLİKLERİ” Tolgahan Şan
http://www.osmanlimedeniyeti.com/mak…ellikleri.html
3. “Türk Edebiyatı” Ahmet Kabaklı Basım yeri ve Tarihi: İstanbul, Austos 1999 Cilt 3
4. “ Çağdaş Türk Edebiyatı Cumhuriyet Dönemi” Şükran Kurdakul Basım yeri, tarihi ve basım evi Broy, Yayınları Mart 1987
Geçmişten Günümüze Kütahyalı ŞairLer-Aşıklar
AHMET DAİ : 14. yüzyıl şair ve bilginlerindendir. Germiyan asıllı olup Çelebi Mehmet ve II. Murat dönemlerinde yaşamıştır.Çok verimli bir şair ve yazar olan Ahmet Dai’nin eserlerinden bazıları : Türkçe Divan. Farsça Divan, Cenkname, camasbname, Ukudül Cevahir, Vasiyeti Nusirevan Tercümesi, Müteyebat, Teskiretül Evliya Tercümesi, Mansurname, Esrarname’dir.
AHMEDİ (Tacuddin İbrahim) : 344- 1413 arasında yaşamış Germiyan şair ve bilgindir.Umur bin Savcı Medresesi’nde şehzadelere felsefe, tıp ve tarih dersleri vermiştir. Anadolu Klasik Türk Şiirinin kurucularındandır. Sekiz bin mısralı Ahmedi Divanı, Germiyan beyi Süleymanşah adına başlayıp arkasına Osmanlı tarihi eklenerek Yıldırım’ın oğlu Emir Süleyman’a takdim edilen İskendernamesi Cemsid-i Hurşid ve Mirkad-ı Edep adlı eserleri bilinmektedir.
Ahmedi,15. yüzyılın en güçlü divan şairlerindendir.
İskendername’den;
“Bir gece düşte görür kim seh felek
Uçuluben yire iner bir melek
Kılıç Allah’ın dürür çekgil bunu,
Ol kişiye kim kıla düşman seni
Yürü sultanlarla eyle cengü-harp
Kim senündür uçtanuca Şark-ü Garp”
AHMET VASFİ : 183 1876 arasında yaşmıştır. Kütahya Muhasebe Müdürü iken genç yaşta ölmüştür. Arapça Farsça ve Fransızca bilen şairin 202 parça gazel, koşma, methiye ve destandan oluşan divanı vardır.
ARİFİ : 1780 -1870 arasında yaşamıştır. Firaki, Nevi, Esrari gibi 18. yüzyıl şairleriyle sık sık karşılaştığı muamma denen manzum bilmececeleriyle ünlendiği bilinen halk ozanlarımızdandır. Zekası ve sesinin güzelliğiyle çağdaşları arasında farklı bir yer edinmiştir. 11 koşma, 16 gazel, 3 mersiye, 4 müseddes ve 1 muhammesten oluşan bir divançesi mevcuttur. Köy köy dolaşıp saz çalıp, şiirler okuyan .Arifi’nin bir gazelinden Kütahya;
“Kadrile halince beldegani var Kütahya’nın
Her garibe dost olur insanı var Kütahya’nın
Alimi fazıl bulunur zahiri, batini veli
Her cihetten ademi irfan var Kütahya’nın”
ASIM YAKUP EFENDİ : Trabzon, Kıbrıs, Tırnova, Mısır, Medine, İstanbul ve Kütahya kadılıklarında bulunmuş, 1874’de Anadolu Kazaskerliği payesiyle reis olmuştur. Divan oluşturacak çoklukta şiirleri 1.yüzyıl şairlerindendir.
“Ol peri adli hüsnünde hür şeklin gösterir.
Dide-i çeşm-i latifi nur şeklin gösterir
Bu sır kim bakın ayine-i endamı var
Bir mücessem nurdur billur şeklin gösterir
AZMİ MUSTAFA EFENDİ : (1667-1747) Saray Çavuşluğu görevindeyken Limni’de tanıştığı Halveti Şeyhi Mehmet Niyazi Mısri’nin hizmetine girmiş Merdivenköy Bektaşi Tekkesi Şeyhi olmuştur. Güçlü bir şair olan Azbi’nin el yazması divanının “Nasihatneme” bölümünde:
“Sana yerden gökten büyük nasihat
Gördüğün ört, görmediğin söyleme
Erenlerden, pirden budur emanet,
Gördüğünü ört, görmediğin söyleme
Yalancıyla hem dem olma ziyandır.
Yalan söylenenin ilmi noksandır.
Erkanı evliya şahı merdandır
Gördüğün ört görmediğin söyleme
ASKERİ :Asıl adı Gülap oğlu Muhammet olan Askeri pirdarı Niyazı Mısri ile dolayısıyla 1620-1700 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. 250 beyitlik Cem-i Esrar adlı mesnevi, 22 sayfalık bir risalesi, 230 ilahi, 18 manzumesini içinde toplayan Türkçe divanı vardır.
BURHANETTİN İLYAS ÇELEBİ : Mevlana’nın torunlarından olup doğum tarihi bilinmemektedir. Farsça ve Türkçe şiirleri vardır, ölümü de doğumu gibi kesin bilinmemekte 1396 ve 1492 gibi iki tarih verilmektedir. Kütahya Mevlevihanesi bitişiğindeki Ergun Türbesinde gömülüdür.
CELAL SITKI GÜRLER : (1905-1949) Öğretmen şair ve yazarlarımızdandır. Çocuk şiir ve romanları yazmıştır. İlkokul Alfabesi, Mehmetçiğin Kıratı , Porsuk, Sakaryanın Küçük Gönüllüsü Dağlar Çocuk şiirleri adlı eserleri vardır
CELALETTİN ERGUN ÇELEBİ : Mevlana’nın dördüncü göbek torunu olup, Mevlevi Şeyhi ve şairdir. İşaretül Beşera adlı risalesi ve manzum Gençname’si vardır. Postnişinliğini yaptığı Kütahya Mevlevihanesi’nin Erguniye adıyla anılan bitişik türbesinde gömülüdür.
CEMALİ GERMAYANİ : (Şeyhoğlu) Asıl adı Beyazit’tir. Ünlü divan şairi Şeyhi’nin yeğeni ve çağdaşıdır. Dai ve Ahmedi ile aynı dönemlerde yaşamıştır. Dayısı Şeyhi’nin Hüsrev ve Şirin adlı eserini tamamlanmış, Farahname’sini sundu. Yıldırım tarafından ödüllendirilmiştir. Miftahül Fereç, Ethem ve Hüma, Yusuf ile Züleyha öteki eserleridir.
DELİ ŞÜKRÜ : (Aşık) I. Abdulhamit, III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde yaşamış olan şairin, Bektaşi olduğu ve şiirlerinde duru bir Türkçe kullandığı bilinmektedir. Elde şiirlerinden başka bilgi ve belge yoktur.
“Nefsine sabreden panzehir yerse,
Erer menziline bulur cenneti.
Başına vurana eyvallah derse,
Dünyada gam değil çekse zahmeti
FATMA HANIM : Mevlana’nın torunlarındandır. Niyaz makamında bir manzumesi vardır. 1710’da ölmüş Kütahya Mevlevihanesi bitişiğinde Hazer Dinar Mescidi iken Erguniye Türbesi’ne dönüşen yere gömülmüştür.
FİRAKİ ABDURRAHMAN ÇELEBİ : Evliya Çelebi ile amcazade olan şair, 1542’de Kütahya Valiliğine atanan Kanuni’nin oğullarından şehzade Bayezit’e uzun bir kaside sunmuştur. Kırk sual adlı basılmış bir eseri vardır. 1580’de ölmüş, Saray Camii avlusuna gömülmüştür.
GAYBİ (Sunullah) : (1630-1694) Kalburcu Şeyhi Pir Ahmet Beşiri’nin torunudur. Tasavvuf ehlidir. Taassup ve cehaletle mücadele etmiş, pürüzsüz bir Türkçe kullanmıştır. Gaybi Divanı, Sohbetname, Biatname, Ruhul Hakika, Akaidname, Makasıdı Ayniye ve Hüda Rabbim başlıca eserleridir.
Gaybi Divanından :
“Gönül meyhanesinde aşk şarabın
De-ma-dem içmeyen aşık değildir
Burakı aşk ile varlık hicabın
De-ma-dem geçmeyen aşık değildir.
KARA FAZIL : Asıl adı Mehmet ali’dir. Kanuni devrinde şehzadelerin sünnet düğünlerinde yazdığı kasidelerle ünlenmiş, Manisa Valisi Mehmet Kütahya Valisi Şehzade Selim’in diven katipliklerinde bulunmuştur. Reisül Küttap iken 1563’te Kütahya’da ölmüştür. Nahilistan, Hümayi Hümayun ve Hammer tarafından Almancaya çevrilen Gülü Bülbül adlı manzum eseri vardır.
KAMİLİ (AŞIK HASAN DEDE) : (1841-916) Okuma yazması olmadığından şiirleri ağızdan ağza dolaşarak gelmiştir. Açgözlü, Çocuk ve Garip adlı destanları bilinmektedir.Açgözlü Destanından:
“Aşık Hasan der ki, çok işlerim,
Tavuk dolmasını arar dişlerim
Kavurma ile cenge başlarım
Yahni benim ile imtihan olsun.”
KÜNHİ ABDURRAHİM DEDE : (1796-1831) Şair, bestekar ve kudümzen olan Künhi, Anber Feşan makamını bulmuştur.
NASIR ABDULBAKİ DEDE : III. Selim tarafından görevlendirilerek musikide Tetkik ve Tahkik adlı bir risale hazırlamış, III. Selim’in bestelerini notaya almış ve yayınlamıştır. Acembuselik, İsfehan, Şevkitarap ayinleri ünlüdür. Menakıbı Arif’in Tercümesi, Şerhi Şahidi öteki eserleridir.1820’de ölmüş, neyzenbaşılığını ve şeyhliğini yaptığı Yenikapı Mevlevihanesi bitişiğine gömülmüştür.
ÖMER (AŞIK) :19.yüzyıl saz şairlerindendir. Pesendi’nin yanında adı geçmekte olan şairin koşma ve destanları vardır.
PESENDİ (HACI ALİ DEDE) 1813-1913) Ünlü halk ozanı Arifi’nin yetiştirmesidir. 25 yıl birlikte saz çalıp, yazıp okumuşlardır. Pesendi hattat, mutaf ve çiftçi olarak tanınan bir şairdir. Deyişleri, destan ve şiirleri çok sevilmekte ve bugünde söylenmektedir.
“Aşık sen aşıklık davası etme
Sabret ne gelirse acizlik etme
SAHİP MUSTAFA DEDE : Konya Dergahında neyzen ve semazen olarak hizmet etmiş, Kütahya Mevlevihanesi Şeyhi olmuştur. Şair ve yazar Sahip Mustafa Dede’nin Safine-i Mevleviye adlı bir kitabı ve mürettip divanı vardır.
ŞEYHİ (HEKİM YUSUF SİNAN ): 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarında yaşamış, II. Yakup döneminde Germiyan sarayında bulunmuştur. Germiyan Beyi Süleymanşah eğitimini üstlenmiş İran’a göndermiştir. İran’dan göz hekimi olarak dönmüş, Germiyan Beyi II. Yakup, Osmanlı Padişahları Çelebi Mehmet ve II. Murat’ın özel hekimi olmuştur. Şeyhi, iyi bir hekim olduğu kadar da usta bir şairdir. Divan edebiyatımızın ilk hiciv örneklerinden Harname’si çok zarif ve ünlüdür. Divanı Şeyhi, Dürrul Akaid, Tıbbi Risalesi, Habname, Hüsrevi Şirin öteki eserleridir. Divanı 1438 tarihini taşımaktadır.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KADIN ŞAİRLER
Osmanlı döneminde Kadın şair sayısının az olduğu gibi, yapılan araştırmaların sayısının da yok denecek kadar az olduğu görülmektedir. Geleneksel dönemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı 20 yi geçmez. Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına sıkışmış olarak birbirine benzer cümlelerle tanıtılan, birçoğunun eserleri dahi elimize ulaşmış olmayan bu şairler hakkında yeteri kadar araştırmaların yapılmış olmasını zaten bekleyemeyiz. Tanzimat sonrasında sayılarında artış görülen kadın şairler üzerinde ise münferit ve ciddi birkaç çalışmanın varlığına rağmen; kadın şairlerimizi başlangıçtan itibaren ele alarak ortaya gerçek bir panorama çıkaracak sistemli bir çalışmanın henüz yapılmadığı üzücü bir gerçektir.
Divan edebiyatı ve bunun Tanzimat yılları içindeki uzantısı, yani XV. ve XIX. yüzyıllar arası, kadın şair kronolojisinin ilk bölümünü teşkil eder. Zaman bakımından uzun fakat kadın şair sayısı bakımından az bir niceliğe sahiptir. Tanzimat hamlesinin getirileri ile biçimlenen ve Cumhuriyete (1923) veya daha doğrusu harf inkılâbına (1928) kadar süren bölümü ise kadın şair sayısı bakımından artış göstermektedir.
Bütün dönemler gözden geçirildiğinde geleneksel dönemde yetişen kadın şairler arasında bazı ortak özellikler dikkat çeker:
Çoğu İstanbul, Trabzon (Fıtnat, Saniye, Mahşah) ve Amasya (Zeynep, Mihri, Hubbî) gibi bölgelerde yetişmiştir. İstanbul’un kültür başkenti, Amasya ve Trabzon’un da birer şehzade sancağı ve buna bağlı olarak kendine özgü birer kültür iklimi olduğu düşünülürse, kadın şairlerin yetişmesi için bu coğrafyaların önemli bir zemin oluşturduğu fark edilir.
Bu kadın şairlerin hemen tümü baba ya da eş vasıtasıyla, genellikle de her iki taraftan, sosyal statüsü ve refah düzeyi yüksek ailelere mensup olmaları dikkat çeker. Vali, kadı, kazasker, şeyhülislâm veya paşa kızıdırlar. Bir başka deyişle hepsi “Babasının kızıdırlar. II. Mahmud’un kızı Adile Sultan Osmanlı hanedanının Divan tertip etmiş yegâne kadın şairidir. Zeynep bir kadı’nın kızı, Mihri bir şairin. Sıtkı ve Leyla kazasker, Fitnat şeyhülislâm, Münire sadrazam kızı olarak gelirler dünyaya. Trabzonlu Fitnat’ın babası vali, Leyla Saz’ın babası hekimbaşıdır. Nigar Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye birer paşa kızıdırlar, Makbule Leman’ın babası V. Murat’ın kahveci başıdır.
Çoğu ilmiye sınıfına mensup babaların kızı olarak müreffeh bir aile yapısı içinde dünyaya gelen, konak veya yalılarda Osmanlı teşrifatının kendine özgü büyüsünü teneffüs ederek büyüyen bu kızlar, kız çocuklarının eğitimi hususunda toplumun genel anlamda “yeterli” bulduğu tahsil tanımı ile yetinmeyen babalarının teşviki ve programı doğrultusunda, Osmanlı eğitiminin önemli bir kısmını teşkil eden “konak eğitimi” ile evde ve özel hocalar elinde yetişmişlerdir. Bazılarının ilk hocaları babalarıdır. Daha az sayıda olmak üzere ağabey ve eş ikliminden bilgi edindikleri de görülür. Bu eğitim genellikle dinî bilgiler ile Arapça ve Farsça çevresinde genişletilen edebî bir program takip eder. Daha sonra yenileşme adına Fransızca eğitim önem kazanır.
Geleneksel dönemde kadın şairlerin bir kısmının ehl-i tarik olduğu dikkat çeker. Bir kısmı Mevlevî (Leyla), Kadirî (Sırrı) veya Nakşî (Adile Sultan)’dirler. Aynı anda birden fazla tarike intisabı bulunanlarla da karşılaşılır (Şeref, Mahşah). Bu intisap onlara şiir söylemek hususunda daha bereketli ve özgür bir ortam sağlamıştır.
Sosyal yapılanma itibariyle devrinin üzerinde yer alan ailelerin ikliminde yetişen bu kadınlar, çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren aile çevresinde gerçekleşen şiir-edebiyat sohbetlerine, meclislere, sanat çevrelerine katılma imkânı bulmuşlar, böylece kültürel anlamda hemcinslerinin önüne geçebilmişlerdir.
Evlilik hayatlarında çoğunun mutlu olamadığı dikkat çeker. Kimi hiç evlenmemiş (Mihri, Nakıye), kimi boşanmış ve tekrar evlenmiş ya da evlenmemiş (Leyla, Trabzonlu Fitnat), kimi de kendilerini mutlu etmeyen bir evliliği sürdürmüşlerdir (Fitnat). Şiir onlar için bir bakıma mutsuzluklarının hem sebebi, hem neticesi olan bir hitap alanı oluşturmuştur.
Bir kısmı güzel sanatların birkaç dalına aynı anda ilgi göstermiş, şairliğin yanı sıra musikişinas ya da bestekâr (Leyla, Zeynep, Mahşah) ve hattat (Ani, Feride, Trabzonlu Fitnat) olarak da isim yapmıştır.
Ancak söyledikleri şiir, kısmen Mihri hariç tutulursa, bir kadın kalbinde mevcut bulunabilecek duyguların ifadesi olmaktan ziyade dönem edebiyatının klişeleşmiş mazmunlarıyla terennüm edilen bir erkek kalbinin yansımalarını verir. Kadın şairler çoğunlukla sevgi içeren kelimeleri kullanmaktan kaçınmışlardır. Toplumun ayıp saydığı konuları, kelimeleri tam anlamıyla şiirlerinde yansıtamamıştır. Rağbet ettikleri şiir türünün daha ziyade gazeller, en çok da nazireler olduğu düşünülürse, Geleneksel dönemde kadın şairlerin, erkek duyarlığı etrafında klişeleşen bir edebiyatın ağırlığı altında varlık gösteremedikleri fark edilir.
Bir toplumda kadın şairlerin varlığı, o toplumun ilerleme ve uygarlık düzeyinin göstergesidir.
Kadın, erkek toplumunun içinde ezilmiş, ev işlerine mahkûm edilmişti. Kadın şair, romancı, öykücü sayısı çok azdır. Bazı insanlar kadın şiir yazdırandır, yazan değil şeklinde ki mecazi ifadeler i kullanmaktadırlar.
O Dönemlerde kadın şair olmak yadırganan bir olaydı. Ve sadece sosyal statüsü olan kadınlar şiir yazabiliyordu.
Pek az insanın okur-yazar olduğu bir dönemde, klasik şiirin üretildiği ve sunulduğu yer, doğal ki, imparatorluğun yüksek sınıfına mensup insanların çevresiydi. Ve bu kadınlar da, Bektaşi geleneği içinde varlık gösteren kadın ozanlar dışında, hep bu yüksek sınıfın mensubu kadınlardı. Ya saray çevresinde, farklı yetenekleriyle öne çıkabilmiş kalfa kadın, ya padişah kızı, ya yüksek sınıftan birinin yakınlarıydı.
Kadınlar kabul gördüğü bir toplum psikolojisi içinde şiir biçiminde olsun kendisinden söz etmek, duygularını, aşklarını, acılarını, ümitlerini, hayallerini, korkularını kısacası ruhsal ve manevi yönlerini sergilemek, kendinden bahsedilmesi Sakıncalı bir durumdu. Bu nedenle kadın şairler toplumsal baskıyı göze alamamış, susmuşlardır. Yazdıkları şiirler çoğunlukla kendi duygularını yansıtmamış adeta kiralık bir kalp kullanılmış. Kadın duygularını anlatmaktan çekinmişlerdir. Aşk, sevgi, vuslat, hasret gibi kelimeler kullanmaktan kaçınılarak adeta erkek kalbinin yansımalarını vermiştir.
Erkekler tarafından kurulduğunu vurguladığımız ve öğretileni yansıtma temelinde, erkek söylemi, erkek düşünce tarzı, inançları ve arzularıyla inşa edilmiş Osmanlı şiir geleneği içinde bir kadın, şiir yazmaya nasıl cesaret edebilirdi?
O dönemde yazılan temalarla, yaygın sözcük ve kalıpların gücüyle ilerlemiş, klişeleri kullanmış, egemen metafor ve söylem biçiminin dışına çıkamamıştır. Kendilerini şiir ortamına kabul ettirebilmek, bir Divan şairi olarak tanınabilmek için, şarklı erkek söylemiyle düş kırıklıklarını gizlemiş, şiirlerinde cinsiyetleriyle ilgili hiçbir ipucu verememiş, erkek egemen söylem biçimiyle açıkça aynılaştırılmış bir sesi kullanmış, ya da kullanmak zorunda kalmış olmalarıdır. Kadın şairin edebi kimliği cinsiyetinin önüne geçememiştir. Oysa Edebiyatın kadını erkeği olmaz. Edebiyat edebiyattır. Dönem, dönem yazılan ve içinde şairlere ait biyografi ve bilgilerin yer aldığı, Tezkirat-ı Şuara’larda kadın şair adına ya çok az rastlanır, ya da hiç rastlanmaz. Bu şairlerin hiç biri, yerleşik kalıpların değişen parçalarından biri olamamıştır
Günümüz kadın şairler bu konuda çok rahatlar. İstedikleri şiiri istediği şekilde yazabiliyorlar. Tamamen bayan kalbini ortaya koyabiliyorlar. Kelimeleri şiire nakış gibi işleyip bütün duyguları şiirlerde anlatabiliyorlar. Şiir yazan Bayan şairleri sıkıntıya koyan tek konu ekonomik durumlarıdır. Bilginin Teknolojinin en gelişmiş ve yoğun kullanıldığı bir dönemde şiir yazmak ta kolaylaşmıştır. Bu dönemde eğitim seviyesi yükselmiş, Çalışan kadın oranında artış görülmüştür. Artık kadınlarımız kendilerini çevreleyen çemberden kurtularak idareci, siyaset, sanat, eğitim, sağlık, sanayi, ticaret alanlarında büyük başarılara imza atmıştır. Verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya gösterilen teşvik kadınların sanat dalında varlık göstermesinde etkili olmuştur. Günümüzde de olsa bazı kadın şairler genellikle kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen insanlarla evlenmişler, mutlu olamamışlardır. Çoğu kadın şairde hiç evlenmemiştir. Toplumdan önce aileleri, arkadaşları tarafından anlaşılamamaktan da şikâyetçilerdir. Bu nedenle hala şiir yazdığını ailesinde saklayan kadınlarda vardır. Yazdıkları şiirleri sandıklarında gizlediklerini anlatanlarda vardır. Yöresel olarak hala kendi haklarını bilmeyen veya kullanamayan kadınlarımızda bulunmaktadır.
Toplumun katı kuralları karşısında bu kadınlarımız ezilmekte, ezilmeye de devam etmektedir. Çoğu kadın şairlerimiz de erkek şairler gibi diğer edebiyat dallarında da başarı göstermiştir. Düz yazıda, köşe yazarlığı, hikâye, roman, makale, nesir yazılarında başarılarını devam ettirmektedir. Ben inanıyorum ki fırsat verildiği sürece kadınlarımız çok daha güzel yerlere geleceklerdir. Haftaya padişah şairler konusunu anlatmaya çalışacağım. Sağlıklı günler dileğiyle.