Konumuz şarap değil onun şişeye girmeden önceki dönemlerde içine konulduğu kaplar olduğuna göre şarabın dinle olan ilgisine çok kısa değinerek bu konuyu bir başka yazıya bırakmak daha iyi olur.
“Bu benim etim, bu da kanım”
diyerek havarilerine dağıtmış, dolayısıyla şaraba banılmış ekmek yemek Hıristiyan cemaatine kabul edilmenin yolu olmuştur. Şarabın bundan sonraki öyküsü ise biraz da olsa kiliselerin, manastırların ve burada yaşayan din adamlarının öyküsü ile bağlantılıdır. Şarabı saklamanın zor olması ve şarabın bir süre sonra bozularak sirkeleşmesi onun saklanması için yeni yöntemlerin bulunması zorunluluğunu doğurmuştur. 17. yüzyılda Benedikten bir keşiş olan, 1638-1715 yılları arasında yaşayan ve kilisede şarap üretiminden sorumlu Dom Pierre Perignon bugün şarap için kullanılan mantarlı şişeyi icat etmiştir. Aynı zamanda şampanyanın da mucidi olan bu keşişin adıyla anılan bir şampanya markası da konuya yabancı olmayanların da bildiği gibi günümüzde dünyaca ünlüdür.
Mantarlı şişe sayesinde havayla teması kesilen şarabın çok daha uzun süreler bekletilebilmesi ya da saklanabilmesi olası hale gelmiştir. Peki madem şarap 17. yüzyıldan sonra şişelenmeye başlandı, bu durumda daha öncesinde şarabı saklamak, taşımak ve bekletmek için nasıl bir yöntem uygulanıyordu? Bu sorunun yanıtı hem kolay hem de çok zordur. Kolaydır, çünkü en azından Orta Çağ’da bugün de uygulandığı gibi ahşap fıçılar içinde bekletiliyor ve bu şekilde taşındığı biliniyor. Zordur, çünkü daha eski dönemde, örneğin Helenistik ve Roma döneminde hatta daha eski dönemlerde ne gibi uygulamaların olduğu konusunda arkeolojik veriler dışında fazlaca bir bilgi yoktur. Bu arkeolojik verilerin en önemlisini ise Amphoralar oluşturur. Şarabın ticari bir ürün haline gelmesinin tarihi ile taşınması için gereken kapların tarihini birbirinden ayırmak olanaksız olduğu için bilinen en eski amphoraların MÖ II. binyılda kullanıldığı bilgisi ile konuya açıklık getirmek olasıdır. Bundan öncesinde de şarap elbette vardı ve elbette bir yerden bir başka yere taşınıyordu ve bunun için yine pişmiş topraktan ya da ahşaptan yapılan kaplar kullanılıyordu. Ancak iki kulplu, genellikle sivri dipli, boyunlu kapların yani amphoraların ortaya çıkışı görece daha yenidir. Örneğin, Batı Anadolu Erken Tunç Çağı için vazgeçilmez bir öneme sahip Troia’da M.Ö. 3000-2000 yılları arasında içinde ne taşındığı tam olarak bilinmeyen, ancak iki kulplu ve uzun boyunlu, elips biçimde gövdeye sahip kapların bulunduğu burada yapılan kazılardan bilinmektedir. Bu nedenle, amphora adı verilen kapların tarihini Erken Tunç Çağı kadar eski bir döneme götürmek olası olmakla birlikte, bu kapların o dönemde nasıl adlandırıldığı yazılı belge olmadığı için bilinmemektedir.

Kısacası iki kulplu kap anlamına gelen amphora sözcüğü bir süre sonra içinde şarap taşınan kapların genel adı olmaya da başlamıştır. Ancak unutulmaması gereken nokta, her zaman şarap ile özdeşleştirilen amphoraların sadece şarap için kullanılmadığıdır. Bir başka deyişle Antik Çağ’da hemen hemen bütün akışkanların uzun soluklu ticaretinde amphoralar kullanılmıştır. Örneğin, taneli bir akışkan olarak kabul edilebilecek başta buğday olmak üzere tahıllar, zeytinyağı, susam ya da susam yağı, bira, süt vb. amphoralar ile taşınmaktadır.
.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*)