Tarımdan Sonra İnsan
1972 yılında Yeni Gine Adası’na kuş göçleri ve kuşların buradaki evrimini incelemek üzere gelen Jared Diamond kafasında bambaşka sorularla adadan ayrılır. Diamond’ı Pulitzer’e götüren sürecin başlangıcı yerel siyasetçi Yali’nin sorduğu şu basit soruydu: ‘Neden siz beyazların bu kadar çok kargosu var, bunları niye Yeni Gine’ye getirdiniz ve biz siyahların kargosu neden bu kadar az?” Diamond’ın ‘Tüfek, Mikrop ve Çelik’i, Yali’nin sorusu ile şekillenir: Hala taş devrinde yaşayan Yeni Gine halkı ile modern Avrasyalı insan arasındaki fark nedir?’
Canlıların doğada varlıklarını sürdürebilmeleri ve yaygınlaşmaları gıda ihtiyaçlarını karşılamaları ile doğrudan ilişkilidir. Kıtlık dönemlerinde canlılar metabolizmalarını yavaşlatmak, göç etmek, diyetlerini değiştirmek gibi davranış biçimleri geliştirmektedir. Bugün Güney Afrika, Doğu Asya ve Güney Amerika’da hala Neolitik Çağ öncesi veya Neolitik Çağ özelliği gösteren avcı ve toplayıcı topluluklar varlığını sürdürmektedir. Hatta 16. yüzyılın sonlarına kadar dünyanın büyük bölümünde yaşam benzer bir biçimde sürüyordu. Arkeolojik kazılar insanların Neolitik Çağ’a (yeni/cilalı taş devri) kadar bu topluluklara benzer yaşayışa sahip olduklarını gösterir.
Arkeolojik bulgular bundan 11.000 yıl kadar önce (M.Ö 9.500) Neolitik Çağ’ın sonunda Akdeniz çevresinde insan nüfusu hızla artmaya başladığını gösterir. Bunun nedeni insanın ilk ekonomik faaliyetidir. Neolitik çağ, taşların pürüzsüz hale getirilerek şekillendirilmesi ile kategorize edilir. Taşların şekillendirilmesi elbette ekonomik faaliyet değildir. Taşlar tarımsal faaliyetler için şekillendirilmiştir.
Neolitik Çağ öncesi kurulmuş yerleşimler barınma ve korunma ihtiyaçları açısından kolaylık sağlamaktır. Bu tür yerleşimlere genelde besine ulaşmanın daha rahat olduğu sulak bölgelerde günümüzde de rastlanmaktadır. Tarım faaliyetleri muhtemelen yine bu yerleşim bölgelerinde başlamıştır. Uzun kuraklık dönemleri, nüfus artışı karşısında besinin yetersiz kalması, vb. koşullar sonucu gıda ihtiyacını giderme çabasının tarımsal faaliyetleri tetiklediği düşünülmektedir.
Tarım, canlı materyalin (bitki, hayvan) insanlar tarafından korunup ihtiyaçları karşılanması yolu ile üretilmesi, yetiştirilmesi ve çoğaltılması sonucu bitkisel ve hayvansal ürün elde edilmesi faaliyetleri şeklinde tanımlanabilir.
Tarım neden belli bir bölgede başlamıştır? Ekonomi, yerleşim, medeniyet, teknoloji, devlet gibi kavramlarla ile ilişkisi nedir?
Tarımın Ortaya Çıkışı
İnsanların doğada yaşayan canlılarla (bitkiler, hayvanlar) arasındaki doğal ilişkinin (avcılık, toplayıcılık) Neolitik Çağ’dan önce değişmeye başladığı düşünülmektedir. Arkeolojik kazılardan elde edilen bulgular, zamanımızdan aşağı yukarı 13.000 yıl öncesinde insanoğlunun önce bitkileri yetiştirmeye, sonra da kontrol altına aldığı hayvanları evcilleştirmeye başladığını gösterir. Bulgular, 11.000 yıl önce insanlar yaklaşık 1.000 yıllık süre içerisinde ve Kuzey Afrika, Batı Asya ve Güney Avrupa’yı içine alan geniş bir coğrafyada meyve, sebze, hububat gibi bitkilerin tarımına başladığını; domuz, koyun, köpek, keçinin yanında kümes hayvanlarını da evcilleştirdiğini göstermektedir. Bitkisel ve hayvansal üretimin arka arkaya gerçekleşmesiyle birlikte Anadolu ve Yakındoğu’daki Neolitik köy yerleşmeleri daha örgütlenmiş, karmaşık ve zengin büyük yerleşim merkezleri haline geldi. Orta Anadolu’da yeşeren Çatalhöyük Uygarlığı bunun en güzel örneğidir.

Bu ilişki muhtemelen ürünlerinden yararlanılan (et, süt, yün, deri) otçul sürü hayvanlarının diğer vahşi hayvanlardan korunması ile başlamıştır. Giderek bu hayvanların diğer hayvanlarla su ve otlak rekabetinden de korunmaya başladığına dair bulgular vardır. Yine aynı şekilde bitkileri de koruma ihtiyacı duymaya başlayan insan, ürünlerini kullandığı bitkileri çoğaltmaya, göç ettiği yerlere taşımaya ve kurak dönemlerde su sağlayarak hayatta kalmasına yardımcı olmaya başlamıştır. İnsanın çeşitli aletler yapıp kullanmaya başladığı dönemden itibaren ikinci demografik devrim Neolitik Çağ’da ortaya çıkmıştır. Alet kullanabilen insan, iki milyon yıl sonra, yani Neolitik Çağ’ın başlangıcına gelindiğinde bir kaç milyon nüfusa sahiptir. Oysa miladi takvimin başlangıç yılında, yalnızca dokuz bin yılda nüfusun üç yüz milyon civarına ulaştığı tahmin edilmektedir.
Tarım, Teknoloji ve Ticaret
Tarımın Akdeniz çevresinde kısa süre içerisinde yayılması ve farklı insan topluluklarında benzer tarımsal faaliyetlerin gelişmesi ve birbirinden uzak yerleşimlerde öğrenilmesi medeniyetin doğumu ile ilgili en önemli ipucudur aslında. Tarım, arkasından ticaretin de ekonomik bir faaliyet olarak ortaya çıkışını tetiklemiştir. Farklı bölgelerde farklı ürünlerin yetiştirildiğini gören insanlar ihtiyaç duydukları ürünlere karşılık, kendi üret
tikleri ihtiyaç fazlası ürünleri takas etmeye başlamıştır [6]. Bu alışverişin komşular arasında olması dahi yeterliydi. Çünkü her kabilenin daha batısında, kuzeyinde ve güneyinde başka komşuları vardı. Zamanla mübadele faaliyetleri sayesinde ortaya çıkan kültürel alışveriş tarımsal faaliyetlerin, yanında maden kullanımı ve alet yapımının bölgede yaygınlaşmasını sağladı.
tikleri ihtiyaç fazlası ürünleri takas etmeye başlamıştır [6]. Bu alışverişin komşular arasında olması dahi yeterliydi. Çünkü her kabilenin daha batısında, kuzeyinde ve güneyinde başka komşuları vardı. Zamanla mübadele faaliyetleri sayesinde ortaya çıkan kültürel alışveriş tarımsal faaliyetlerin, yanında maden kullanımı ve alet yapımının bölgede yaygınlaşmasını sağladı.
Tarımsal faaliyetlerle elde edilen ve ticari faaliyetlerle tüketilemeyen ürünlerin, tarımsal ürünlerin bulunmadığı dönemde tüketilmesi için ortaya çıkan çabalar gıda teknolojilerini ortaya çıkarmıştır. Depolama ve kurutma gibi yöntemlerle başlayan sürece, giderek tuzlama, fermantasyon, pişirme, vb. teknolojiler eklenmeye başlamıştır. Bitki ve hayvanların üretimi ile öncelikle gıda, barınma ve giyim sorunlarına çözüm bulan insan, giderek bu ürünlerden ısınma, aydınlatma, temizlik, güzellik ürünleri de üretmiştir. Ortaya çıkan yeni üretim biçimleri, yapılan işlemlerin daha kolay yapılması için uygun aletlere ve üretilen yeni ürünlerin saklanması ve taşınması için uygun kaplara ihtiyaç duyulmasına neden olur. Yani tarım ticaretin yanında, teknoloji ve tasarım alanında üretimin doğmasına katkıda bulunur.

Tarımla ortaya çıkan teknoloji ve ihtiyaçlar basit atölyelerin ve meslek grubu olarak zanaatkârların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Zaman içerisinde, tarım ürünlerinin üretiminde, işlenmesinde, depolanmasında kullanılan hammaddeler, kaplar, aletler ve hatta alet ve kapların yapımında kullanılan hammaddeler de ticaretin konusu haline gelir. Bir yerde üretilen alet, mübadele ile bu tüccarlar tarafından alınıp geçtikleri yerlerde satılıyor, taklit ve daha kullanışlı, işlevsel hale getirme isteği ile sürekli teknoloji gelişiyordu. Evlenme, işçi olarak alma, uzak bir kentte gördüğü yeniliği kendi yaşadığı kentine getirme gibi amaçlarla farklı kültürlere ait insanların şehirlerde bir araya gelmesini sağlıyordu.
Mübadelenin her zaman adil sonuçlar doğurmaması, ihtiyaç olmayan şeylerin ticaret zorunluluğu ile satın almak zorunda kalınması gibi durumlar altın, gümüş gibi değerli maden ve taşların ticari aracı olarak kullanılması fikrini doğurmuştur. Ancak değerli maden ve taşların değeri toplumdan topluma değişmekteydi. Sabit değere sahip değerli bir ticari araç fikri ile ortaya çıkan para sayesinde ticaret yeni bir boyut kazanmıştır. Tarım ürünleri fazla dayanıklı olmayan mallardır. Tüccarlar alım garantisi olmadan uzak mesafelere ürün götürmek istemiyorlardı. Örneğin; ulaklarla kendilerinden ürün talep eden kişiler, kendilerinden daha önce bölgelerine ürün getiren tüccarlardan ihtiyaçlarını karşılıyor ve bu durumda talepte bulundukları tüccarlardan mal almıyordu. Bazen günlerce gidip ürününü satamayan tüccarın alıcılara güveni azalıyordu. İhtiyaç sahipleri aynı tüccarlara işleri düştüğünde bu kez tüccar gelmediğinden mağdur durumuna düşüyorlardı.

Kalıcı ticari ilişki kurma isteği, sözleşme ve kurallara ihtiyaç doğurdu. Sözleşmeyi belgeleme, kayıt altına alma ve izleme isteği yazının ortaya çıkmasını sağladı.
Tarım ve Kentleşme
Ticaret zamanla kurumsallaşmaya başladı. Ticaret yolları üzerindeki yerleşimlerin büyümesini sağladı. Ticaret yolları üzerinde bulunan bu büyük yerleşimler zamanla kent haline gelmeye başladı. Ticaret riskli bir işti. Uzun yollar, savaşlar, güvenlik, rekabet, çıkar çatışması… Bu sorunlara karşı güvence olabilecek mekanizmalara ihtiyaç duyuluyordu. Ticaret yollarının üzerindeki köyler zaman içinde ticaretin ihtiyacını karşılayacak kentlere dönüşmeye başladı. Kentler güçlü idareleri sayesinde ticaretin istediği güvenliği kısmen sağlıyordu. Köylerde üretilen zenginlik ve kültür zenginleşen büyük kentlerde farklı kültürlerden insanların bir araya gelmesi ise kültürel bir zenginlik yaratmaya başlıyordu. Böylece kentlerde yeniliklere açık, daha ince zevklere sahip, zengin insanlar ortaya çıkmaya başladı. Şehirlerde yaşayan farklı kültürlerden, çıkarları farklı olan insanların yaşaması ile zenginleşme de güvenlik ve idareye ilişkin sorunlar yaratmaya başladı. Tüccar, esnaf, zanaatkâr, işçi, çiftçi gibi ortaya çıkan farklı çıkarlara ve özgün yaşam biçimlerine sahip sınıfsal yapılar arasındaki ilişkiler de daha detaylı bir toplumsal düzenin kurulması için zemin hazırladı. Yöneticilerin belirlenmesi, etkin yönetim, güvenlik, alt yapı gibi sorunlar kent yönetimlerinin ekonomi ve eleman ihtiyacını arttırıyordu. Yeni ortaya çıkan yönetim biçimleri şehirlerde biriken zenginlikten belli bir payın idari yapıya devredilmesini gerektiriyordu. Böylece büyük şehirler, küçük devletlere (Polis, Site) dönüşmeye başladı. Artık güvenliğin sağlanması, ticari ve toplumsal ilişkilerde çıkan sorunların çözümü şehir yönetimleri tarafından sağlanabiliyordu.

Tarımsal faaliyetler sayesinde ortaya çıkan kentler giderek tarımsal faaliyetlerden uzaklaşmaya başladı. Kentler köylerden farklı olarak ham maddelerin işlenmesi sonucu alet, ekipman ve kapların üretimine ve ticaretine yöneldi. Böylece kentlerde esnaf ve zanaatkarlar ile tüccarlar bir ağırlık kazanmaya başladı. Yerel tüccarlar çevrede üretilen hammaddeyi kentlere ve kentlerde üretilen alet ve kapları köylere taşıdılar. Büyük tüccarlar ise hem hammaddelerin, hem ürünlerin değiş tokuşunu gerçekleştiriyordu. Aynı zamanda teknoloji ve kültürlerin değiş tokuşunu gerçekleştiriyordu.
Neolitik Çağ’dan orta çağa yaşanan bu önemli gelişmelerden sonra İnsanlık tarım ve hayvancılık konusunda uzun süre daha yavaş bir gelişme kaydetti. Tarımda kullanılan her türlü işlem, girdi, alet ekipman kullanımı geleneksel olarak aile içi aktarımlar ve yerel bilgi birikimiyle sınırlıydı. Göçler,savaşlar ve ticari ilişkilerle farklı toplumlardaki gelişmeler sınırlı şekilde birbirlerine aktarılabiliyordu. Bunun başlıca nedeni idari mekanizmaları elinde tutan kentler, zenginlik adına köyde yaşayanların elindekinin büyük kısmını vergi adı altında alıyordu. Köylüler büyük oranda serf (maraba) adı verilen kölelere dönüştürülmüştü. Özgür köylüler ellerinden toprakları alınmaması adına sadece denileni yapan yarı kölelerdi ve ağır vergiler ödüyorlardı. İşin ilginç tarafı başta gelişmeyi tetikleyen ticarette gelişimin önünü tıkamaya başlamıştı. Uzak ülkelerden gelen büyük tüccarlar, tüm alış verişlerini şehirlerde yapıyorlardı. Şehirlerde seçme şansı vardı. Köy köy dolaşmıyorlardı. Köyleri görmeyen büyük tüccarların tarım hakkında bilgileri sınırlıydı. Dolayısı ile artık tarımdaki yeniliklerin bir yerden bir yere taşınması mümkün olmuyordu. Köylerden ürünleri yerel tüccarlar topluyor ve esnaflara satıyorlardı. Böylece araya pek çok aracı giriyordu. Hepsi çok kazanmak isteyen, hepsi kendi masrafları olan, hepsi riskler alan ve hepsi vergi ödeyen bir sürü aracı olunca, köylerde üretim yapan üreticiler artık karın tokluğuna çalışır hale gelmişti.
Orta çağda aristokrasi ve din adamlarının hegemonyası ile durum daha da ağırlaştı. Yeşil Devrim Avrupa’da Rönesans dönemi ve Fransız Devrimi ile feodalizmin yıkılması ile sanatın ve bilimin her alanında önemli gelişmeler yaşandı. Bu gelişmeler sanayi devriminin önünü açtı. İnsan refahının önem kazanması, bilgiye erişimin kolaylaşması ve sıradan halkın yönetime katılma hakkını talep etmeye başlaması ile birlikte Avrupa’da başlayan ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmeler daha önce görülmemiş bir demografik devrimi gündeme getirdi. İki milyon yıllık insanlık tarihinde insan nüfusu 20. yüzyılın başlarında 1 milyar eşiğine ancak gelebilmişken 21. yüzyılın başlarında yüzyılda 7 milyar civarına ulaşmıştır. Böylesi hızla artan nüfusun beslenmesi bitki ve hayvanların doğal potansiyellerinin üstünde üretime zorlanmalarıyla mümkün olabilecektir. Bu amaçla yapılan çalışmalar sentetik kimyasal ilaçların ve gübrelerin yaygınlaşması, yüksek verimli, hastalıklara dayanıklı bitki çeşitlerinin üretilmesi, tarımın her aşamada bol miktarda makine ve alet kullanılmasını öneriyordu.

Her türlü sorunu teknoloji ve kimyasal maddelerle çözülebileceği düşüncesi ile ortaya konan yeni tarım ‘Yeşil Devrim’ ismi ile yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu yöntem destekleme sistemleri, krediler hibe destekleri oluşturuldu. İnsanın 2 milyon yıllık refah arayışının son yüzyılda insanı getirdiği nokta, insanın doğaya üstünlük kurduğuna ilişkin bir kanıyı birlikte getirdi. Öyle ki insan yaşamak için doğaya ihtiyacı yoktu. Doğa artık İnsanın çevresinden ibaretti. İnsan çevresini dilediği gibi şekillendirebilirdi. Artan insan nüfusunun artan ihtiyaçları karşısında “minimum maliyet, maksimum verim, yüksek kâr” yasası gereği daha küçük alanlarda, daha fazla girdi ile ve bol verimli, düşük kaliteli ürünler üretilmeye başlandı.
‘Yeşil Devrim’ köy halkının tüketici haline gelmesini sağlamayı başarmıştı.
Aslında üretici olan çiftçinin önce üretilen kimyasal girdi, alet ekipman, yakıt gibi ürünleri tüketmesi ile başlayan süreç, köylerde diğer tüketim mallarının da yaygınlaşmasıyla sürmekte. Bir zamanlar elektrik gitmediği söylenen köylerde internet, cep telefonu gibi yeni teknolojiler hayatın bir parçası haline gelmektedir. ‘Yeşil Devrim’ olarak adlandırılan yoğun ve sanayiye dayalı tarımsal uygulamalar çevre kirliliğine neden olmakla kalmadı; hava, su ve toprak kirliliği yoluyla insan ve hayvan sağlığına zarar verdi; kalıntılarla tarımsal ürünleri tüketenlerin sağlığını bozdu; ekolojik dengeye zarar verdi. Ama en önemlisi tarımsal faaliyetlerin topraktaki organik madde düzeyini azalttı, toprak canlılığını yok etti ve zararlı canlıların ortamda baskın hale gelmesini sağladı.
Bu gün topraksız tarım, genetiği değiştirilmiş organizmalar gibi tarım teknolojileri gibi yeni teknolojilerle yaratılan sakıncaların ortadan kaldırılacağı düşünülmekte. Oysa toprakta doğal olarak bulunan her tür maddenin ve organik nitelikli bazı&
nbsp; bileşiklerin topraksız tarımda bitkiye ulaştırılması zordur. Bu nedenle topraksız tarımda üretilen bitkisel ürünlerde toprakta yapılan üretimdeki kalitenin yakalanması zordur. Yine de bu konu da literatürde toprakta yapılan tarımla topraksız tarım arasında karşılaştırma yoktur. Ancak topraksız ortamda yapılan hayvansal üretim ile üretilen hayvansal ürünlerde eksik kalan maddeler üzerine pek çok makale bulmak mümkün.
nbsp; bileşiklerin topraksız tarımda bitkiye ulaştırılması zordur. Bu nedenle topraksız tarımda üretilen bitkisel ürünlerde toprakta yapılan üretimdeki kalitenin yakalanması zordur. Yine de bu konu da literatürde toprakta yapılan tarımla topraksız tarım arasında karşılaştırma yoktur. Ancak topraksız ortamda yapılan hayvansal üretim ile üretilen hayvansal ürünlerde eksik kalan maddeler üzerine pek çok makale bulmak mümkün.
Tarım Olmadan İnsan
İnsanoğlunun bu gelişmelerin ötesinde tahayyülleri de vardır. Doğaya ihtiyaç duymadan, tamamen sentetik maddelerle yaşanabileceğini düşünen gelecek projeksiyonları oldukça popülerdir.

Ama bu gün zayıflamak için ortaya konan diyetlerin dahi insan hayatını tehdit ettiğini görüyoruz. Fast food denilen ve sanayi tipi gıdaların ayaküstü tüketilmesine dayanan beslenme kültürünün sonuçlarını da obezite, gastirit, reflü gibi sindirim hastalıklarından, diyabet gibi metabolizma veya kalp, tansiyon gibi dolaşım sistemi hastalıklarına kadar insan sağlığına etkileri ile anlayabiliyoruz. Fast food yoğun tarımsal üretim tarzı ile ve sanayi sonrası insan beslenmesindeki değişimin bir sonucu olarak ortaya çıkmış bir kavram. Yani hala tarım varken bile durum oldukça endişe verici… İnsanın doğanın olmadığı ve tarımsal üretimin olmadığı bir yaşamda gerçekten varlığını sürdürebileceğini düşünmek… İnsanın doğanın bir parçası olduğunu, doğada var olan her şeyin taklit edilemeyeceğini unutmak…
Diamond’ın, Yali’nin sorusuyla çıktığı yolda Avrupalı insanın üstünlüğünün zekâ, eğitim, vb. nedenlerle ortaya çıkmadığını belirler. Açıkçası onu farklılaştıran süreçler kıtlıklar, göçler, savaşlar, mikrobik hastalıklar (veba, tifo, kolera vb.) gibi sıkıntılı süreçlerdir. Medeni insanın gelişimini tetikleyen, zorluklarla başa çıkma kapasitesi ve zorunluluklar karşısında geliştirdiği (geliştirmek zorunda kaldığı) yöntem ve araçlardır. Örneğin, salgın hastalıklar karşısında dayanıklı olanlar, savaşlarda güçlü olanlar, daha güçlü silahlara sahip olanlar yaşayacaktır. Genelde dayanıklılık, kurnazlık, fiziki özellikler modern insanın seçiliminde rol oynamıştır aslında. Kargo meselesi ise tarımsal üretim, ürünlerin korunması, ticaret gibi nedenlerle çeşitlenen insanın ihtiyaçlarının, kentleşme nedeniyle de karmaşıklaşmasıdır.
Diamond’ın eserine ‘Mikrop, Tüfek ve Çelik’ adını vermesinin nedeni budur. Burada mikropla ilgili özel bir saptamada da bulunalım. Medeni (kentli) insanın hayatındaki salgın hastalıkların doğadaki hastalık ve salgınlardan daha etkili ve tehditkâr olmasının ana nedeni şehirlerin ekolojik dengeye aykırı biçimde oluşturulmuş olmasıdır diyebiliriz. Ekolojik dengenin insan faaliyetleri sonucu bozulmasıyla, insan yaşamında ortaya çıkan sorunlar müdahale edilmediği takdirde dünyada bilinen yaşamın sonu olabilir. Doğa, insanın yarattığı boşlukları her zaman doldurmaktadır. Doğada yok ettiğimiz her bir türün yerini dolduracak canlılar vardır. Ancak bu canlılar genelde biyolojik ve kimyasal birer silah gibidir. Adaptasyon yetenekleri gelişmiş, insana ve diğer canlılara zarar verme kapasiteleri yüksek canlılardır.

İyi gizlenir, hızlı ürer ve geliştirdiğiniz mücadele yöntemlerine direnç geliştirirler. Bu canlılar kemirgenler (fare, vb.), böcekler (sinek, hamam böceği, karınca, vb.), araknitler (örümcek, akrep, mite, vb.) ve özellikle de mikroorganizmalar (HIV, ebola, influenzia, veba, tifo, kolera, vb.) bu tür canlılardır. Bitki ve hayvan üretimindeki hastalık ve zararlılar da hayatta kalma stratejileri açısından başarılı canlılardır. Hastalık zararlı etmenlerini kontrol eden canlılar ise doğa ile mücadelemizin eseri olarak doğada azalmaktadır. Ayrıca bunlarla rekabete giren canlıların da ortamdan kalkması bu tip canlılar için daha uygun ortam hazırlamaktadır.
İnsanın Kendine Karşı Zaferi
Neolitik Çağ yerleşimlerinin pek çoğu Anadolu ve Mezopotamya bölgesinde yer alır. Tarımsal faaliyetlerin ilk kez yapıldığı Neolitik Çağ yerleşimlerinden biri de İzmir’de 9.000 yıllık bir yerleşim olan Yeşilova Höyüğü’dür.

Bu yerleşimin çalıştığım İl Tarım Müdürlüğümüze ve tarım konusunda İzmir’de önemli akademik çalışmaların yapıldığı Ege Üniversitesi Kampusuna oldukça yakın olması ise beni derinden etkileyen bir ayrıntıdır. Kim bilir belki her gün 9.000 yıl önce yaşamış insanların hayvanlarını otlattığı veya tarım yaptığı bir yerlerde adımlamaktayız. 13.000 yıl önce insanın yaşama tutunma çabası olarak başlattığı tarımsal faaliyet, bu gün doğa karşısında insanın zaferini ilan etmesine yol açan gelişmelerin önünü açmıştı. Ancak doğanın bir parçası olarak dünya sahnesinde yerini alan insanın, doğa karşısındaki adeta ‘Oidipus kompleksi’ne benzeyen tutumu bu gün giderek kendisini de vuracak bir felakete dönüşüyor. Tüm bunlar bizim doğa ile aramızda gelişen sakat ilişkiyi yeniden kurmamızı, bunu daha geç olmadan gerçekleştirmemizi gerektiriyor. Tarımsal ve ekonomik faaliyetleri yürütürken doğaya saygılı ve uyumlu yöntemlerle de başarı sağlanabilmektedir. Bu yöntemler doğanın bozulan dengesinin onarılmasına katkıda bulunabilir. Aynı zamanda ürettiğimiz bitki ve hayvanların daha sağlıklı, daha kaliteli ürünler vermesi açsından da önemlidir. İnsanoğlunun hayata tutunma konusundaki hiçbir başarının ödülü diğer canlıları umursamamak ve doğal alanları gönlünce tahrip etmek olamaz. İnsanın kendine ve topluma karşı saygısını yeniden sağlamak, onu içinde yaşadığımız doğaya ve diğer canlılara saygı duyar hale getirmekten geçmektedir.
Unutulmaması gerekir ki insan doğaya karşı savaşını kazandığını düşündükçe, doğanın karşısındaki yenilgisi derinleşiyor!
Doğayla
savaşmak yerine, doğayı anlamak ve onun bir parçası olduğunu kavramak gerekiyor. Yaşam biçimimizdeki değişimi doğayla uyumlu bir hale getirmek mümkün. Yaşam alanlarımızı doğayı, ekolojik dengeyi ihmal etmeden şekillendirmemiz mümkün. Doğanın yöntemlerini tarımsal üretime uygulamak, yürüttüğümüz üretim faaliyetlerinde doğanın bütünlüğünü, ekolojik dengenin sürdürülebilirliğini zedelememek mümkün. Belki alışkanlıklarımıza aykırı ama doğamıza uygun.
savaşmak yerine, doğayı anlamak ve onun bir parçası olduğunu kavramak gerekiyor. Yaşam biçimimizdeki değişimi doğayla uyumlu bir hale getirmek mümkün. Yaşam alanlarımızı doğayı, ekolojik dengeyi ihmal etmeden şekillendirmemiz mümkün. Doğanın yöntemlerini tarımsal üretime uygulamak, yürüttüğümüz üretim faaliyetlerinde doğanın bütünlüğünü, ekolojik dengenin sürdürülebilirliğini zedelememek mümkün. Belki alışkanlıklarımıza aykırı ama doğamıza uygun.
KAYNAKLAR:
1. Kargo: Yeni Ginelilerin Batılılar tarafından getirilen teknolojik malların toplamına verdiği isim.
2. DIAMOND, J; Çev: İNCE, Ü., Tüfek, mikrop ve çelik; İnsan Topluluklarının Yazgıları; TÜBİTAK, 2010 21. Basım .(Sayfa 2-3)
3. ÖZBEK, M.; 50 Soruda İnsanın Tarihöncesi Evrimi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 1. Baskı, İstanbul, 2010, Sayfa -173-175
4. ÖZBEK, M.; Age. Sayfa- 80
5. LEVENT, A. K. S. U. “Dünya’da ve Türkiye’de Nüfus Analizleri.” Sosyoloji Konferansları 25 (1998): 219-311.
6. ORTAŞ, İbrahim ‘Bilim Tarihi içinde Tarım Tarihinin Yeri ve Önemi.’ Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi, 2005, 5, 1, Sf. 10
7. MUHARREM, E. S. “Kent yönetimi, kentlileşme ve göç” Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 48, 2004, 26-48
8. Tarımsal faaliyetlerin sonuçları konusunda daha önce yayınlanmış bir yazım; Yaşamın Temeli: Toprak – 2, Apelasyon E-Dergi, Haziran 2015, 19-10
9. ATSAN, Tahir; TE, Kaya. Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) tarım ve insan sağlığı üzerine etkileri. UÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 2008, 22: 1-6.
10. ERGENE, Abdüsselâm, İz Elementlerin Bitki, Hayvan Ve İnsan Hayatı Bakımından Önemi, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 1972, 3.3. (http://bit.ly/1h6Z0Hl)
11. KILINÇ, Ömer Osman. İlave organik ve inorganik selenyum preparatlarının ve ilave vitamin E’nin yumurta tavuklarında verim ve bazı kan parametrelerine, yumurta selenyum içeriğine ve plazma glutasyon peroksidaz enzim aktivitesine etkisinin belirlenmesi. 2013. PhD Thesis. Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. (http://bit.ly/1U8nbTS)
12. ERGÜN, Ahmet; ADNAN, Ş. E. H. U. Dengesiz Beslenmenin İmmun Sistem Üzerine Etkileri; Tavukçuluk Araşatırma Dergisi, Ankara, 1999, 1.1/7 Sf: 45-50
13. DIAMOND, j; adı geçen eser,
14. Oidipus kompleksi, Sigmund Freud’un kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı. Mitolojide çocuğun ebeveynine aşık olup evlenmesinin tatsız bir eylem olduğu ve sadece tanrılara özel bir uygulama olduğu kabul edilir. Freud bu teorisini Yunan mitolojisindeki Sophokles’e ait Kral Oedipus hikâyesinden esinlenerek adlandırmıştır. (http://bit.ly/1LYZQmr)
GÖRSELLER:
1. http://bit.ly/1SMgDI8
2. http://bit.ly/1H1bg0O
3. http://bit.ly/1JR0yMk
4. http://bit.ly/1fFYgYL
5. http://bit.ly/1h4qmh8
6. http://bit.ly/1Sf6Or2
7. http://bit.ly/1VMB7oi
8. http://bit.ly/1DanVmX
9. http://bit.ly/1fG2wXY
10. http://bit.ly/1gllF2B
http://apelasyon.com/Yazi/304-tarimdan-sonra-insan